TERBİYE KURALLARIMLA ATA’NIN YETİŞME TARZI ÇATIŞTI

UZUN SÜREDİR EKRANLARDA GÖRÜNMEYEN HÜMEYRA, AVRUPA YAKASI DİZİSİNDEKİ ROL ARKADAŞI ATA DEMİRER’LE YAŞADIĞI KAVGANIN NEDENİNİ AÇIKLADI…

 

Uzun süredir ekranlarda yok neler yapıyor diye Cihangir’deki evinin kapısını çaldım. Kendini resme vermiş neşeli mi neşeli, keyifli mi keyifli bir Hümeyra’yla karşılaştım. Ressam Orhan Taylan’dan uzun süredir dersler alıyor, yetmemiş evinin bir odasını atölyeye çevirmiş tablolarının arasında yaşıyor. Bakın ekranların en sevilen oyuncularından Hümeyra neler neler anlatıyor...

Resme ilgi duymanız nasıl oldu? Ailenizde resimle ilgilenen yakınınız var mıydı?

- Ressam Erol Akyavaş dayımın oğludur. Profesyonel olarak bir tek o ilgilenirdi.

Sizin çocukken resme ilginiz var mıydı?

- Yoktu. Ama çok çizerdim. Ressam değilim, sadece resmi çok seviyorum. Çok galeriye giderim. Eskiden karakalem çalışmalar yapardım. Bir süre web ofsette çalışmıştım. Orada comics book çizen biri vardı, ben de onun asistanıydım. Komik adamlar çizerdim. Çizgi işi olduğunda bana verirlerdi. Karakalemi evde yapardım. Ondan sonra plak kapaklarımı yaptım. Kıyafetlerimi de kendim yapardım o dönemlerde. Atölyem vardı.

Oyunculuk ve şarkıcılık işine girmeseydiniz ne olurdunuz?

- Bu saydıklarımdan birini yapardım herhalde. En çok balerin olmak, dans etmek istedim. İkinci olarak da resim yapmak... Resim için bu yaşta ders alıyorum. Bu aslında gençken yapılacak bir işti.

Son dönemde resim merakınız ne zaman başladı? Evinizdeki atölyeyi ne zaman kurdunuz?

- Son iki yıldır ciddi anlamda uğraşıyorum, kursa gidiyorum. Dizi çekerken vaktim olmuyordu. Ama çok özeniyordum resim yapayım diye. Şimdi ciddi ciddi uğraşıyorum ama biraz geç kalmışım. 2 yıl önce de evin bir odasını atölyeye çevirdim.

Yağlı boya mı çalışıyorsunuz?

- Evet yağlı boyayı çok seviyorum. Akrilik de yaptım. Sulu boya bana göre değil çünkü çok temiz çalışmak gerekiyor. Ben biraz sarsağım, titiz çalışmıyorum. O yüzden yağlı boya bana çok iyi. Eğitim için kimin atölyesine gidiyorsunuz?

- Bundan 10 sene önce Yusuf Taktak ile başladım. Ondan sonra “Avrupa Yakası” başlayınca bırakmak zorunda kaldım. Ondan sonra çok eski tanıdığım Orhan Taylan’ın duydum ki workshop’ları varmış. Geçen sene gittim ama sürekli değildi. Bir ayda beş gündü. Orhan daha ilerlemiş seviyedeki ressamlara Rönesans dönemindeki ressamların boya şeklini anlatıyor. Şimdi ten renginin bile hazır tüpte boyası var, eskiden böyle bir şey yoktu. O zamanlar kendileri ten rengini buluyorlarmış. Siyah fona hafif turuncu sürerseniz yeşil çıkar örneğin. İşte bunları öğreniyoruz.

Neden Orhan Taylan, tarzını mı beğenirsiniz?

- Çok beğendiğim bir isim. Bu işin uzmanı. Asmalımescit’te çok güzel bir atölyesi var. Kendi boyasını filan da kendi yapıyor.

 Kaç kişi oluyorsunuz o derslerde?

- 20-25 kişi oluyoruz. Epey kalabalığız.

Öğrencilik yıllarınıza geri dönmüşsünüz... Disiplinli misiniz?

- Gerçekten döndüm. Ben çok disiplinliyim. Dersi hiç aksatmam. Telefonumu kapatırım, ödevlerimi eksiksiz yaparım. Gençliğimde böyle değildim. Eğer olsaydım babamın istediği gibi profesör olurdum. Şarkıcı olmazdım.

Babanız profesör olmanızı mı istedi?

- Babam Sorbonne’da hukuk okumamı istedi. Onu 10 yaşımdayken kaybettim ama hep o zamana kadar hukukla ilgilenmemi istediğini söylüyorlar. Ben o dönemde bale derslerine gidiyordum. Babam beni hafta sonları klasik müzik konserlerine götürüyordu. İki sefer ağladım, sonra alıştım konserlere. “Çok teşekkürler babacığım ama beni bu konserlere götürmesen acaba başka bir şekilde buluşsak seninle” diye söylediğimi hatırlıyorum.

 Babanızın vefatından sonra anneniz baskıcı mıydı?

 

- Annem disiplinli bir kadındı. Kuralları vardı. Bu yapılır, bu yapılmaz, yemek şöyle yenir, dirsekler masaya konmaz gibi. Ama iyi ki de yapmış. Şimdi annemin öğrettiklerinin hepsinin yanlış olduğunu görüyorum. Etraf o kadar tuhaf ki ben yanlış kaldım. Bir yemeğe gittiğim zaman kendi kendime ne yapıyorsun diyorum çoğu zaman. Ama elim öyle gidiyor.

Resim yaparken ne hissediyorsunuz?

- Gündelik hayattan, gri Türkiye’den, sıkıntılı havadislerden ve beni sıkan her şeyden kopuyorum. O renklerle ve ışıklarla başka bir yere geçiyorum. Hayal dünyama, kendi yarattığım dünyaya kaçma fırsatı buluyorum. Resim yaparken çok şey öğreniyorum ayrıca. Kendi hakkımda da bilmediğim şeyleri öğreniyorum. Bazen çok heyecanlanıyorum, bazen çok kızıyorum kendime. Eksikliklerimi görüyorum.

PANORAMİK FOTOĞRAF ÇEKECEĞİNE GİT ŞEHRİN FOTO ALBÜMÜNÜ AL

Nedir o eksiklikleriniz?

- Resim nankör meslek, anladığım kadarıyla söylüyorum. Bisikleti bir kere öğrendin, istersen 10 yıl binme, yeniden bindiğinde kullanabilirsin. Ama resimde öyle olmuyor. Sürekli çalışmak gerekiyor. Elini sürekli çalıştırman gerek. Hiçbir şey yapmasan bile olduğun yerde desen yapman lazım. Ben o konuda çok tembelim. Kafelerde otururken çizmem gerek ama bu sefer de arkama geçip “Ne çiziyorsunuz Hümeyra hanım?” deyip fotoğrafını çekmeye çalışıyorlar. Twitter’da paylaşmak istiyorlar. Her şey de paylaşılmaz ki, ben bunu anlamıyorum.
Twitter kullanıyor musunuz?

 

- Sadece gözlemci olarak varım. Haber almak için kullanıyorum. Arkadaşlarıma bir şeyler yazacağıma konuşurum daha iyi. O yüzden hiçbir şey yazmıyorum. Bir de şu var. Resim yapmak, at binmek, seyahat etmek gibi durumlara sosyal medya yüzünden vakit kalmıyor. Özellikle gençler için. Hemen fotoğraf çekme telaşına düşüyorlar ve o anı yaşamıyorlar.

 

Ama herkesin ortak paydası artık bu...

- Ne yazık ki öyle... Bir seyahate çıktım arkadaşlarımla. Herkes sürekli fotoğraf çekiyor. Kimse suratıma bakmıyor. “Manyak mısınız” dedim. Diyorlar ki “panoramik çekiyor bu telefon”... Git bir kitapçıya ve Venedik’in panoramik çekilmiş bir fotoğrafını al. Ben hepsine dönüşte akıl edip kitapçıdan aldım. Hem onlarınkinden iyi çekilmiş hem de kuşe kağıda basılmış panoromik fotoğraflar. Tam bir kadeh bir şey içeceğiz, ağzıma şarabı götürüyorum, “Dur sakın kıpırdama çekeceğim bu anı” dediler, resmen çıldırdım. Dedim bir daha çıkmam böyle bir seyahate. Ellerini çekiyorlar, tırnaklarını çekiyorlar. Sevgilileriyle gidenler hangi ara öpüşüp sevişiyor anlamıyorum...

Utanmasalar belki o anı da koyarlar...

- Bu kadar mı paylaşılır her şey. Her şeyi makineden görüyorlar. Harika bir güneş batıyor, çocuklar dünyada güneş batışı kadar çok çekilmiş bir fotoğraf var mı? Aç interneti milyonlarca resim çıkar. Hâlâ bunu çekiyorlar. Bırak bu makineyi. Al içkini, uzat ayağını, dünya gözünle gör... İşte bu yaşamak, diğeri değil.

 

Peki televizyon izlemek?

- Ben eskiden beri o kutuya uzun uzun bakmaktan çok sıkılıyorum. Film izleyeceksem otururum karşısına, bir de bazı dizilere bakarım. Zaten belirli saatlerde açarım televizyonu. Önemli haber izlerim.

Hangi dizileri izliyorsunuz?

- “Kayıp Şehir”i beğeniyorum. Ama senaryo açısından biraz sıkıştılar. “Bir Erkek Bir Kadın”ı da beğeniyorum.

Çünkü “Bir Erkek Bir Kadın”ın senaryosunu oğlunuz yazıyor...

- Onun için değil. Eskiden beri takip ediyorum. Özgür bir iş.

Başka dizi var mı sevdiğiniz?

- “Muhteşem Yüzyıl”ı da beğeniyorum. Ama süresi çok uzun ve öyle uzun bakışmalar oluyor ki süreyi uzatmak için, bu yüzden sıkılıyorum.

POLİTİKACILAR DİZİLERİ BIRAKIP MEMLEKET İDARE ETSİN

“Bir Kadın Bir Erkek” de Star’a geçmeden daha mı özgürdü ne?

 

- Mecbur, ne yapacaksın? Tutturdular evlendireceksiniz diye. Politikacılar işi gücü bıraktı, televizyonumuzla, bizim mesleğimizle uğraşıyorlar. Adam gibi eğitim programları koysunlar o zaman.

Bu kadar müdahil olunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Oyuncu olarak bizimle ilgilenmeleri hoşuma gidiyor. Hepsine ayrı ayrı çok teşekkürler. Eskiden sanatçı olmak yok gibi bir şeydi. Şimdi varız ve demek kudret bizim elimize geçmek üzere ki tehlike sezinlediler. Onun için de atlıyorlar üzerimize. Ama bir de memleket idaresini yapabilseler... Bana bu ikisini aynı anda yapamıyorlar gibi geliyor. Halkımız sokakta çok mutlu olur, her şey tamam olur da şu diziler de düzelsin dersin... Ama öyle bir durumumuz yok. Bilmediğin işe karışmayacaksın. Ben onların işine karışıyor muyum?

Ama oyuncular da siyasete karışıyor. Siz karışmak istemez misiniz?

- Ben hiç anlamam siyasetten. Politika ile uzaktan yakından ilgim yok. Çok yalancı ve çok riyakar olmak üzerine kurulduğunu biliyorum. Bunun da bazen çok işe yaradığını biliyorum, benim kültürel kabiliyetim buna müsait olmadığı için politikayla ilgim yok.

 

Gençliğinizde de mi hiç ilgilenmediniz?

- Hep sosyal adalet istedim. Emekçiye emeği verilir, hak yenmez. Ben böyle büyütüldüm, ailem öyleydi.

 

Siz burjuva bir aileden geliyorsunuz oysa ki..

- Lisan konuşulan, okumuş bir aileden geliyorum. Klasik müzik dinlenirdi. Nişantaşı’nda oturulurdu.

Hanlarınız, katlarınız vardı...

- Hanlar yoktu. Hanlar artık yenmişti. Paşa torunuyum bir kere. Paşa babamızdan kalanlar yendi. Bir rivayete göre bir sürü şeyimiz Mısır’da kalmış. Vardır ya herkesin bir hayali Mısır’dan miras kaldı diye. Bunu ilk duyduğumda 15 yaşımdayım. Şimdi 65 yaşımdayım, hâlâ göreceğiz mirası...

HÂLÂ GAZANFER’İ ARAMAK İÇİN ELİM TELEFONA GİDİYOR

“Avrupa Yakası’ndan hatırladığınız en iyi şey neydi?

- “Avrupa Yakası denilince içimden sadece tebessüm geliyor. Çok mutlu olduğum bir setti. Çok mutlu çalıştım ve elimde çok zeki bir text vardı.

Gazanfer Özcan desem...

- O benim canım ciğerim. Hâlâ çok özlüyorum onu. Arada bir bize göre keyifli bir dedikodu duyarsam eve gidip Gazanfer beyi arayayım duygusuna kapılıyorum. Elim telefona gidiyor. Telefonda çok konuşurduk. Bir süre sonra konuşmadan da anlaşır olmuştuk.

BENİM TERBİYE KURALLARIMLA ATA’NIN YETİŞME TARZI ÇATIŞTI

Ata Demirer ile yaşadığınız tartışma neydi?

- Ata ile bir problemim yok. Uzun çalışma saatlerinin verdiği gerginlikle bir tartışma yaşandı. Ben öğrendiğim terbiye kurallarını ondan bekledim ama o farklı yetişmiş.

Sonra Cihangir’de karşılaşmadınız mı hiç?

- Hiç karşılaşmadık.

Küçücük semtte?

- Denk gelmedik demek ki...

Kırılmadınız mı Ata’ya?

- O iş çok büyütüldü. Kırgınlığım oldu ama ne kırgınlıklar gördüm, bu benim hayatımda devede kulak.

 İHANETİ YAŞAMAYAN YOKTUR SADECE KEŞFEDEMEMİŞTİR

Hayatınızda yaşadığınız en büyük kırgınlıklar neydi?

- Yakın dostlarımın çok ihanetini gördüm. Milyonlarca değil ama beni sarsacak kadar. Hem işte hem aşkta. İhaneti taşımak zor bir şey. Şark kafası tabii. Şark böyledir. Ben bir insanı sevmediğimi tavrımla belli ederim. Herkesi sevmek zorunda değiliz. Artistlerin kendini sevdirme merakı vardır. Ben de istiyorum sevsinler, beğensinler ama kimse mecbur değil.

 Peki aşkta ihanet?

- O feci bir şey. Bunu yaşamayan yoktur, sadece keşfedememiştir.

 

Siz hiç ihanet ettiniz mi?

İhanet edemedim çünkü yalan söyleyemiyorum. Aklımdan geçmedi değil ama. Gençken insanın arkasına bir iblis geliyor.

İntikamla geliyordur belki o...

- Yok intikamla değil. Durup dururken, gayet iyiyken geliyor. Düşündüm ama ihanet etmedim.

SÖYLEYECEK LAFIM KALMAYINCA MÜZİĞİ BIRAKTIM

Müziğe neden devam etmediniz?

- Söyleyecek lafım kalmadı o yüzden bıraktım...

Şaka mı bu, o kadar güzel şeyler söyledikten sonra...

- İnsan aşıkken, gurbetteyken ya da bir ayrılıkta, bir hüsranda oluyor güzel laflar. Açıkçası insanın 50’sinden sonra bu tarz problemlerinin yerini başka şeyler alıyor. Mesela yüksek tansiyon, kırışıklar, saç dökülmesi...

Yüksek tansiyon şarkısı yapacak haliniz de yok...

- Ben şimdi eğer yapacaksam protest şarkısı yapmam lazım. İçimdeki duygu o çünkü. Rahat bırakın İstanbul’u, huzur verin, inşaat yapmayın, çocukluğumuzu aldılar, Taksim meydanını yıkıyorlar, ağaçları kesiyorlar, İstanbul’un tarihi siluetini gökdelenlerle boyuyorlar... O gökdelenleri yapanlar gökdelen olsun inşallah! Bu duygular var şimdi içimde...

Gitar çalmayı da mı bıraktınız?

 

- Epeydir çalmıyorum. Bir ara çalayım dedim ama parmaklarım acıdı bıraktım.

 

Eş dost toplandığınızda da mı çalmazsınız, bir şeyler söylemezsiniz?

- Eskiden söylerdim. Evde iki tane harika gitar öylece duruyor. Geçen gün indirip denedim, parmağımın yeniden nasır tutmasına gerek yok dedim. Kendi sesine hayran kadınlar vardır ya... 5 lira verirsin söyler, 15 lira verirsin susturamazsın. Ben hiç onlardan değilim. Ben sesimi stüdyoda beğendim. Konserlerden de çekinirdim. Çünkü her şeyin mükemmel olmasını isterim. Her şeyi kontrol etmek isteyen bir tavrım vardır. Mesela sahnede olup, arkada telefonu çalan gitaristin boynunu koparabilirim.

Şarkı yarışmalarında jürilik teklif edilse kabul eder misiniz?

- Etmem. Oradaki jüriler yarışmacılarda daha ön planda. Sanki jüriler yarışıyor. Ayrıca yargıçlık benim işim değil.

 

Yeni bir dizi ya da film hazırlığınız var mı?

- Henüz yok.

Müzikten mi oyunculuktan mı daha çok para kazandınız?

- Hemen hemen aynı. Ama şimdi teliflerden dolayı müzikten daha çok kazanıyorum. Bu durumu da çok seviyorum.

TANRIM KÜT DİYE AL CANIMI

Masanın üzerinde altı tane sigara var. Sayılı mı içiyorsunuz?

 

- Yok canım. Kafama takmam böyle şeyleri. Bir ara sayılı içmeyi denedim ama olmadı. Kaç tane içtim diye düşünürken her şeyi unutmuş gibi endişe ediyordum. Örneğin taksiye biniyordum “Nişantaşı’na gidelim, üç” diyordum. Sonra taksici soruyordu “3 numara mı?” diye, ben de “Hayır, ben üç tane sigara içtim şimdiye kadar” diyordum. Beynim durmuştu. Sayılı içmek hiç bana göre değil.

Günde kaç tane içiyorsunuz?

- Saymıyorum. İçebildiğim kadar içeceğim şekerim. Sonunda doktor gelip kafama tabancayı dayayacak ve içmeyeceksin diyecek. Belki de o zaman inanacağım öleceğime. Ölüm korkusu saracak ve içmeyeceğim. Şu anda böyle bir korkum yok.

Olmasın zaten canım, Allah gecinden versin...

- İnsan hastalanır, bunun yaşı olmaz ama şu an öyle bir şey yok. Ben küt diye öleceğim, çünkü küt diye ölmek istiyorum. Mehmet Ali Birand örneğin. Uyudu ve uyanmadı. O da bu şekilde ölmek istemiş, hatta bunu söylemiş. Bu yılbaşı saat 12’de balkona çıktım. Kendi kendime adak adadım. Balkona çıktım Tanrı beni daha iyi görsün diye. “Bir tek şey istiyorum” dedim, “Çektirme bana, küt diye al canımı”... “Olur” dedi o da.

 

MARTILARLA PROVA YAPIYOR DİYE ADIM ÇIKMIŞTI İşletmecilik de yaptınız siz bir ara...

 

- Bir gün bile sevmedim işletmeciliği. Başarılı oldum, işler gelmeye başladı ve devam ettim. İlk önce Torba’da bir yer açtık. Birçok yeri işlettim. Fındıklı’daki Sardunya’nın da işletmeciliğini yaptım. Çok güzel gecelerimiz oldu orada. Oraya gelen römorkların kaptanlarıyla ahbap oldum. Denizin içine spotlar koydum. Spotlara ufak balıklar çıkıyordu, bunları gören martılar durur mu hemen harekete geçiyorlardı. Martı şov oluyordu resmen. Bir gün Bülent Kayabaş ve Rutkay Aziz geldi. Spotların oradaki masada oturuyorlardı. Martılar gelince müziği değiştirtip klasik müzik açtık. Rutkay inanamadı, “Bu tam bir sahne şovu” dedi. Bülent de ona “Ne sanıyorsun, Hümeyra akşamüzeri gelip martılarla prova yapıyor” dedi. Adım çıkmıştı o dönem, Hümeyra martılarla prova yapıyor diye...

YORUM YAP
YORUMLAR