SEYYAR SATICILIK BİLE YAPABİLİRİM!

ARDA KURAL’IN HAYATINI BİR ANDA ALLAK BULLAK EDEN, ONU İNTİHARA KADAR SÜRÜKLEDİĞİ İDDİA EDİLEN OLAYLAR NASIL VE NE ZAMAN BAŞLAMIŞTI?

Genç yaşta en popüler dizilerin “esas oğlan”ı oldu. Şöhreti de yaşadı, alkışları da... Onun hep televizyon ekranlarından ve beyazperdeden yansıyan yüzünü gördük. Ama arka planda ruhunun derinliklerinde kopan fırtınaların farkında değildik. Tam hayata pembe gözlüklerle bakması gerektiği çağdaydı Arda Kural. Peki onun hayatını bir anda allak bullak eden, onu intihara kadar sürüklediği iddia edilen olaylar nasıl ve ne zaman başlamıştı? Onunla görüşmeye giderken herkes gibi benim de en çok merak ettiğim soru buydu. Aslında röportaj vermeyi sevmeyen ve uzun süredir kimseyle görüşmeyen Arda Kural kurallarını Kelebek Pazar için bozdu.

Genç kızların rüyalarını süsleyen “yakışıklılığı”, sanılanın aksine aşkında da işinde de başına hep bela olmuş Arda Kural’ın. Hastaneye yatmadan önce, “Egolar öyle güçlü ki, erkekler hep ezmeye çalıştı, kadınlarsa sürekli terk etti” demiş.

19 yaşında kendi tiyatrosunu kurmuş, aynı yıl “Eyvah Kızım Büyüdü” ile dizilere adımını atmış. Üstüne üstlük, 23 yaşında iki haftadır tanıştığı bir genç kızla üç ay süren bir evlilik yapmış. 24 yaşında arabasını satıp kendi filmini çekmiş. Arda hep bir şeyler kaçacak gibi, hep bir şeyleri yitirecek gibi çabuk büyümüş, hızlı kazanmış, hızlı kaybetmiş...

Kadınlara gelince... Onlara da güveni sarsılmış. Büyük ihtimalle hiçbiri onun iç dünyasını görememiş, çalkantılarını anlayamamış, gördükleri kadarı ile de ona “Leonardo di Caprio” muamelesi yapmışlar. Tıpkı ünlü olduğu ilk günlerde onu Arda Kural olarak benimsemek yerine “Di Caprio” lakabını takanlar gibi. Bu arada “Babam, kardeşimi ve annemi bana bırakıp gitmeyebilirdi. Onun yüzünden 29 yaşında hayata karşı kabadayı oldum” diyen Arda, bir daha geçmişi hakkında konuşmak istemiyor.

Normal kabadayılığı anladık da “hayata karşı kabadayılık” ne demek?
- O söz bir çeşit veryansın aslında. Küçük yaşta babamın çekip gitmesine karşı hissettiğim isyanın dışa vurumu. Kastettiğim sokak kabadayılığı değil. “Yanmışız, gitmişiz şu hayatta” demek istemiştim. O dönem kendimce savunma mekanizmaları geliştirip kaygılarımdan kurtulmak için her şeye tepki vermeye başladığım günlerdi.

Yormuyor muydu her şeye tepki vermek? 
- Yormaz olur mu? Tüm bunlar beni kendimi aramaya yöneltti. Kabadayıların ağır sancıları, acıları, o acılardan doğan gerçekleri vardır ya hani, işte onun gibi bir şey... Kendini daha erken bulursan değiştirebilirsin yaşamını. Bunun için de bir şeylere sığınması lazım insanın... Benim de tutunduğum dal seyircilerdi. Ekranda aileler beni kabul etsinler istedim. Kendimi öyle çok daha rahat hissediyordum.

GÜNEŞTEN VE DENİZDEN BİLE KUŞKULANIR OLMUŞTUM

Bu yüzden mi o kadar küçük yaşta “Ben kendi hayatımı kurayım” dedin? 
- Herhalde... Babam çekmiş gitmiş, annemi ve kardeşimi de korumam lazım. Bunları çocuk denecek yaşta düşünmeye başladım ben. Ekranda izleyicilerin elinde büyüdüm diyebilirim. 

Hâlâ kızgın mısın babana? 
- Terk-i dünya kavramını sahiplenip yaşamdan kopmuş, dinine çok bağlı bir adamdır babam. Tarikat üyesi, kendini tasavvufa adamış, dini terimlerle bambaşka bir dünyada yaşayan dergah mensubu... Meseleye onun açısından bakmayı öğrendiğim zaman bunu kabul etmeye başladım.

Onu affedebildin mi?
- Affetmeyi öğrendim ama bu durumla barışabilmem için çok huzurlu bir hayatımın olması gerekiyor. Ne yazık ki böyle bir hayat için insan hastalanmaya bile razı olabiliyor. 

KİMSE BENİ BEĞENMEK, SEVMEK ZORUNDA DEĞİL

Daha önceleri de hayat bu kadar zor muydu senin için?

- Lise yıllarımda gelecek kaygısı olmayan, aylak biriydim. Liseden sonra da okuyamadım zaten. Başta baba olmayınca çalışmak zorunda kalıyorsun. Sanırım biraz da kaderciliğim yüzünden eğitime de hiç önem vermedim o yıllarda.

O yaşlarda hepimiz aylaktık canım...

- Doğrusunu istersen benimki aileden kaynaklanan savruk bir yaşamın eseri... Ailevi bütünlük olmadığı için zihnimde de bir düzen oluşamamıştı. Kendi kendime dedim ki “Oğlum yüzün güzel, yakışıklısın. Bundan faydalanmasını bil, çık televizyona hayatını kurtar”... Zaten gerisi de çorap söküğü gibi geldi.

 Liseden sonra okumadım dedin ama Wikipedia’da kimya mühendisi olduğun yazıyor?
- Yanlış bilgi, sadece lisede kimya okudum. Bu durumu kendine dert ettin mi diye sorarsan, asla... Son derece pratik bir zekam var. Kendi kendimi eğittim. Ana-baba desteği olmadan yürümek beni hayata karşı çok daha atak yaptı.

Ve daha hırslı...
- Tabii ki. Oyunculuğu meslek olarak ele aldığım zaman işe daha ciddi sarıldım. Bu yolda kendime bir karakter, bir duruş kazandırmaya çalıştım.

Hep yakışıklılığın ekmeğini mi yedin, bu durum hiç başına bela açmadı mı?


- Böyle şeyler yaşandı tabii, gerektiği zaman yollarımı ayırdığım insanlar oldu. Kimse beni beğenmek, sevmek zorunda değil. Başından beri tek derdim bu saygınlığı kazanmaktı ama zaman bana kendimi karşımdakinin yerine koyup düşünmeyi öğretti. Kısaca sen istemesen de olaylar seni bu duruma sürüklüyor.

6 YIL KENDİMİ İBADETE ADADIM

Bu hızlandırılmış hayatına bir de evlilik sıkıştırmışsın galiba?
- Evet, 23 yaşında çok kısa süren bir evliliğim oldu.

Bu kaosun arasında hiç çıkış noktan olmadı mı? 
- Yaklaşık 6 yıllık bir dönem kendimi ibadete adadım.

Baba baskısıyla mı?
- Baskı değil ama etkilenmiş olabilirim. Önceleri bana uzak gelen babamın yaşam tarzı ve ibadet, benim için bir kurtuluş olabilir diye düşündüm. Beş vakit namaz kıldım. Kuran-ı Kerim’i iki kez okudum. Kuran bana göre insanın kullanma kılavuzudur.

Burayı biraz açar mısın?
- Sana şöyle bir örnek vereyim. Nasıl çamaşır makinesinin kullanma klavuzu varsa Kuran da insanın kendini kullanma kılavuzu ve yol göstericisidir. Etrafımdaki birçok insan Kuran’ı Arapça okuyor, “Anlayabildiniz mi?” dediğimde “Evet” diyorlar ama manasını bilmiyorlar. Zaten Kuran-ı Kerim kelime manasıyla soylu, asil ve cömert olmanın kitabı demektir.

Peki babanla aynı tarikata mı mensuptun?
- Onların dini anlatımlarına yaklaşmak istedim ancak terimlere yabancıydım. O terimleri anlayabileceğim bir dile dönüştürmeye karar verdim ve bunu insanlara anlatabilmeyi amaç edindim.

Nasıl yani?
- Kavramsal olarak... Bu konuda çok kafa yordum. Günlerce “Tasavvuf, sufizm, İslam felsefesi ve spiritüelizmin ortak noktaları olabilir mi?” diye düşündüm. Bütün bunlarla varoluşçuluk felsefeleri arasında benzerlikler olduğunu fark ettim. Kuran’ın ve İslam’ın kuantum dahil tüm spiritüel düşüncelerin temelinde yattığını keşfettim. Bu yüzden insanın varlığının ve yaşamının anlamını en doğru şekilde anlatmaya çalıştığım “Sahne” diye film bile yaptım.

ARABAMI SATIP FİLM YAPTIĞIMDA 24 YAŞINDAYDIM

Herhalde gişe kaygın yoktu!

- (Gülüyor) Zaten istediğim sonuca da ulaşamadım. Filmim yurt dışına gitseydi çok daha fazla tutabilirdi çünkü orada spritüel konuları daha çok merak ediyorlar. Biz dini bütünlüğümüzün bozulmasından korkup olaylara biraz daha geri kafalı bakabiliyoruz. Anlayacağın ya Türkiye henüz hazır değil böyle konulara ya da ben biraz erken davrandım galiba.

Kaç yaşındaydın bu filmi yaptığın zaman?
- 24...

Gerçekten erkenmiş...
- Annem de öyle söylemişti zaten ama dinlemedim.

Sanat uğruna annene de başkaldırdın yani...

- Ne diyorsun, arabamı bile sattım bu filmi yapmak için.

Anlayacağım dilden biraz şu “Sahne”yi anlatsana...

- Film beş ana fikir üzerine kurulu: “Sakin ol”, “Anı yaşa”, “Teslim ol”... (Düşünüyor)

Bol keseden ana fikir kullanırsan böyle unutursun işte

- (Gülüyor) Dur dur hatırlayacağım. Dördüncüsü “Farkında ol” da diğeri cidden aklıma gelmiyor.

“Kabul et” olmasın?
- Nereden biliyorsun? Galiba bu da benim için bir işaret. Sakin olmayı, anı yaşamayı ve teslim olmayı çoktan öğrendim. Şimdilerde ise her şeyin farkında olmaya çalışıyorum. Ama hâlâ kabul edemediğim şeyler olduğundan mıdır nedir, “Kabul Et” bir türlü aklıma gelmedi

ETRAFIMDAKİ HERKES DIŞ GÖRÜNÜŞÜME BAKTI

Leonardo Di Caprio’ya benzetilmek konusunda ne diyeceksin?
- Yok ya, ben onu hiç önemsemedim.

Anladım sen önemsemedin de peki ya çevrendekiler?
- Hayatımdaki kadınlar dahil etrafımdaki insanların birçoğu hep dışıma bakıp durdular. Oysa benim isteğim içimdeki Arda’yla ilgilenilmesiydi. Çünkü fiziksel görüntümün altında kimsenin göremediği çok değişik değerler taşıyordum. Örneğin sahilde çakıl taşları topladım...

Şu altın zannettiğin çakıl taşlarından mı bahsediyorsun?

- Dur sana o olayı baştan anlatayım. Evet çakıl taşlarını topladım. Onlarla çok gösterişli takılar gerçekten yapılabilirdi, inan İzzet Abi. Hâlâ da baktığımda bir kadının boynunda görebiliyorum onları.

ÇAKIL TAŞLARINA YANLIŞLIKLA MÜCEVHER DEYİNCE FİLM KOPTU

Bütün bunlar iyi hoş da çakıl taşlarını kuyumcuya neden götürdün?
- Sadece işi bilen birilerinden bu taşları nasıl takı haline getirebileceğimi öğrenmek istedim.

Film nerede koptu peki?
- Kelimeleri yanlış seçmişim galiba...

Anlamadım...
- Taşlara yanlışlıkla “mücevher” dedim olay bu hale geldi. Meğer “bijuteri” demem gerekiyormuş. Öyle desem belki de kimsenin umrunda olmayacaktı.

Dedikleri gibi altın zannetmedin yani taşları...
- İnan o da nereden çıktı bilmiyorum. Güya annem öyle bir demeç vermiş. Bir sürü haber çıktı. Ama ben de çok direttim, “İş adamı olabilirim, hayatımda böyle şeyler üretebilirim” diye. O taşların altına metal plakalar koyup bir bijuteri dükkanı açsam çok güzel de olabilir diye hayaller kurmuştum. Ama galiba ben biraz duyarlı, duygusal kalmışım akli sorunlarım olduğu için.

“DAHİYİM” DERSEM BENİ TEMELDEN DELİ SANIRLAR

Neden sadece “duygusalım” demiyorsun da “akli sorunlarım olduğu için” diyorsun? Yani neden dahi değil de diğerini yakıştırıyorsun kendine?
- Dahi olarak görüyorum da böyle dersem bu sefer de beni temelden deli zannedecekler. (Gülüyor)

Bütün bunlar bir bıkkınlık mı yarattı sende? 
- Bıkkınlıktan ziyade yorulmuşum artık. Malum, beynim çark etti ve düştüm hastaneye.

HASTANEYE YATMAK HEM LÜTUF HEM DE CEZAYDI

Hastane dönemi nasıl geçti?
- Öncelikle şunu söyleyeyim, iki senedir kendimi psikolojik olarak iyi hissetmiyordum. Bu süre içinde çok yorucu şeyler yaşadım. En çok da kendimi acıttım ve kırdım galiba. Giderek herkesten uzaklaştım. Doğrusunu istersen hastaneye yatmak benim için hem Allah’ın bir lütfu hem de cezasıydı.

Lütuf derken?
- Lütuf çünkü hastaneye yatmak yeniden hayata dönmemi sağladı. Bundan sonra hayatımın başlığı “Her şeye rağmen” olacak. Aynı zamanda cezaydı da çünkü içeride olmak imkansızlık derecesinde zordu. Sabah 06.00’da kalkıp ilaçlarını içiyorsun ve akşam yatana kadar yapayalnız kendinle yüzleşiyorsun. Düşünsene, konuşabileceğin tek bir insan yok.

Ne kadar kaldın hastanede?
- Yanlış hatırlamıyorsum ilkinde 26, ikincisinde de 28 gün olmak üzere yaklaşık iki ay...

OYUNCULUK DEFTERİNİ KESİNLİKLE KAPATTIM

Bu iki ayın sonunda neler değişti hayatında?
- Artık şunu anladım ki, kaldıramayacağım yükü omuzlarımdan atmam gerekiyor. Bu yüzden oyunculuğa veda edip yönetmen veya yazar olarak daha yaratıcı bir döneme girmek istiyorum. 

Artık ekranlarda göremeyecek miyiz seni yani? 
- Yok abi... Aktörlük fazla geliyor artık bana. Kesinlikle kapattım o defteri. Sırf kendi tabularımı yıkmak için seyyar satıcılık bile yapabilirim. Artık sıradanlaşmak istiyorum. Oyunculuk insanın kendini çok öne çıkardığı bir meslek. Gerçek hayat, suyun tadını bile farklı kılıyor. Ben şöhretin yükünü kaldıramadığım için savrulmaya başladım. İdeallerimin peşinden koşarken diğer arkadaşlar gibi ünümden faydalanamadım. Aslına bakarsan kendi önümü kendim tıkadım.

BEN SADECE KENDİME KIRGINIM

Biraz klişe olacak ama yaşadıkların için sınav tabirini kullanabilir miyiz?

- Sınav demeyelim de tecrübe belki... Mesela yaptığım filmi düşün... “Ang Lee’nin Life of Pi’ı kadar güzel bir anlatımı olmasına rağmen neden ilgi görmedi ülkemde?” diye düşününce içimdeki coşku tekrar beliriyor ve film yapmak istiyorum. Araya hastalık girdiği için yönetmenlik hayallerimi de askıya aldım. “Yeniden başlasam mı, başlamasam mı diye” düşünüyorum ama büyük bir kırgınlık var içimde.

Kime karşı bu kırgınlık? 
- Kendim ya, anlamıyor musun, kendime! “Neden böyle oldu?” diye kendini kırıyor insan. “Biraz geriye çekileyim, nerede yanlış yaptım?” diye düşüneyim derken şimdi bir de bu sıkıntılı günleri atlatmaya çalışıyorum.

 

 Birden bire çıkmadı herhalde bu rahatsızlık...
- Birden bire değil aslında, geçmişi var İzzet abi... Hâlâ nasıl olduğunu anlayamadığım şeyler var. Kendimi kaybetmişim, duvarları yumruklamışım, hatta karakola düşmüşüm. Ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Annem olanları anlatırken “Bunları ben mi yaptım?” diye düşünüp kafayı yiyorum. Anlayacağın hastayım dememem imkansız, evet duygu durum bozukluklarım var ve bunu inkar edemem. Bu psikolojik sorunla yüzleşmekten de kaçmıyorum ve onu yenmeye çalışıyorum.

Konan teşhis ne peki?
- Psikonevroz, ama bu hayattan kopmak, hayal görmek anlamında değil... Bir şeyleri yanlış görüp paranoyaya kapılıyorsun ve kopup gidiyorsun.

Paranoya hâlâ devam ediyor mu sende?
- Vardı ama geçiyor şimdi.

ŞİZOFRENİNİN KIYISINDAN DÖNMÜŞÜM

Peki şizofren olduğun nereden çıktı?
- Başta şizofreniden şüphelenildi ama sonunda psikonevroz tanısı konuldu. Anlayacağın geçmişe dönüp baktığımda kıyısından dönmüşüm şizofreninin... Hastanede doktorlar bana hasta gözüyle baktığında “Hasta değilim, benim bildiklerimi sen bilmiyorsun, benim anladıklarımı sen anlamıyorsun” diyorum. Bu sefer de gülüyorlar adama.

Picasso hastaneden çıktığında dışarıdakilere “Sizin deli diye korktuğunuz kişi ben miyim?” demiş bilir misin?
- Bu konuyu doktorlara açtım biliyor musun? “Buradaki insanlar gerçekten hasta mı, yoksa ulaştıkları bilinç boyutu farklı olduğu için onları hasta olarak mı kabul ediyorsunuz?” dedim. Bu normalite kavramını kim koymuş, kime göre normal, kime göre anormal? Bunu belirleyen kimler?

Bunlar izafi kavramlar diyorsun... 
- Yok, ben gerçekten psikolojik olarak kendimi iyi hissetmiyordum. Namaz, ibadet, varoluşculuk, davranış bilimlerini sorguluyor, sürekli bunları algılamaya çalışıyordum. Layık olduğu biçimde yaşayamadığını fark edince içine dönüyor insan.

İNTİHAR ETMEDİM AMA ÖLMEK İSTEDİĞİM BİR DÖNEM OLDU

Hastane koğuşu başkalarını mı senden korumak yoksa seni mi senden korumak içindi?
- Geçmişimde üzdüğüm insanlar oldu. Keşke olmasaydı ama herkes kendine zarar verebilir. Benim asıl korkum buydu. Bunlar çok açıklanabilir duygular değil. Bir kere sorgulamaya başladın mı çocukça iç sancılarını bile büyütüyorsun, kendini dışa kapatıyorsun, ölüme kadar sürüklenebiliyorsun.

Bir ara intihar ettiğin de iddia edildi, doğru mu?
- İntihar etmedim ama ölmeyi istediğim bir dönem oldu.

Onca zaman kendi kanatlarınla uçup, anne evine geri dönmek sana ne hissettirdi?
- Huzur ve mutluluk... Ait olduğum yerdeyim.

Nasıl geçiyor anaocağında bir günün?
- Tamamen kendime dönük yaşıyorum. Zaman zaman misafirlerim geliyor; arada dışarı çıkıp bisikletle birkaç tur atıyorum. Aslına bakarsan biraz daha bağımsızlığa ihtiyacım var. Bazen sıkılıyorum ama bugün sen geldin, açıldım. Hayat böyle güzel şeyler de sunuyor bazen işte insana. Aynı güzel şeyler herkese uğrar inşallah. Artık geleceği daha güzel görebiliyorum.

MEMLEKETTE BİR SÜRÜ BRAD PITT VAR

Son kararın ne bundan sonra film mi yapacaksın, kitap mı yazacaksın?
- Çok güzel hikayelerim var, onları film yapamazsam kitap olarak yayınlayacağım. Doktorlar da zaten “Madem kendinle kalmak istiyorsun, görülmek istemiyorsun, bununla uğraş” dediler.

Ekranlarda görülmek istemiyorsun ama kitap yazarak yine insanlarla bir şekilde iletişim kurmak niyetindesin. Kabul edilmek senin için çok mu önemli?
- Aslında yine kaderci düşünüyorum, duygularım ve sağduyularım beni nereye götürürse o olacak. Şimdi baktığım zaman memlekette gerçekten Brad Pitt kadar yakışıklı bir sürü arkadaşım var ama ben onlar gibi olamadım, olmak da istemedim.

Kimmiş onlar?
- Kıvanç (Tatlıtuğ), Engin Altan (Düzyatan)... Hepsi çok güzel, çok değerli oyuncular. Ben aralarına giremeyeceğim, çünkü sıkıldım.

Neden sıkıldın?
- İlgilenilmekten sıkıldım, artık kameranın arkasında durup ilgi gören değil de gösteren olmak istiyorum.

Tüm olanlara dönüp baktığında şimdi hayatla aran nasıl?
- Çok daha güzel, iyi ki o hastaneye girmişim diyorum.

SEVDİĞİM BİRİ VAR, BİR GÜN ONUNLA EVLENMEK İSTERİM

Aşk ne durumda? Annen yeniden evlenmeni istemiyor mu?

- Sevdiğim biri var. Altı yıl önce nişanlıydık ama maalesef ayrıldık. İnişli çıkışlı bir ilişkimiz oldu. Dönüp baktığım zaman onu gerçekten ne kadar sevmiş olduğumu bir kez daha anlıyorum. O benim “kalbimdeki insanım”... Evlilik meselesine gelince, her anne gibi benim annem de evlenmemi istiyor ama aşık olduğum insan da kararlarında benim gibi özgür. Kısmet olursa bir gün onunla evlenmek isterim.

Kim bu kalbindeki insan?
- (Gülüyor) O da kamera arkasında... Yönetmen, ismi Eda (Teksöz).

YORUM YAP
YORUMLAR