“O SEVİŞME SAHNESİ, HİKÂYENİN BİR PARÇASIYDI”
HEP KONTROLLÜ, HEP MESAFELİ YETENEKLİ BİR OYUNCU OLARAK TANINAN SAADET IŞIL AKSOY, YAZILAN ÇİZİLENDEN ÇOK FARKLI.
Siz onu hep kontrollü, hep mesafeli yetenekli bir oyuncu olarak tanıyor olabilirsiniz. Gerçek Saadet Aksoy, yazılan çizilenden çok farklı. Evinden kuaförüne, kahvaltısından iş toplantısına birlikte 2 gün 2 gece geçirdik, Saadet dilinde bir yaşama bizzat tanıklık ettik.
Huzurlarınızda, asıl Saadet...
Saadet Aksoy’un son zamanlarda ortalıkta görünmemesinin birkaç sebebi var: Kariyerindeki yurtdışı açılımı için Roma-Los Angeles arası mekik dokuyor, İstanbul’a gelince az ama öz röportaj veriyor, ailesi sevgilisi ve yakın dostları dışında pek kimseyle görüşmüyor, dışarıda sosyalleşmiyor. Durum böyle olunca ona ulaşmak neredeyse imkansız bir hal alıyor. Yüzü olduğu L’Oreal Paris’ın toplantısı için İstanbul’a geldiğinde “Ben Türkiye’deyim, hadi buluşalım ” diye arayınca, iki günlük Saadet’im başlamış oluyor!
BAKMAYIN CİHANGİR’DE OTURDUĞUNA...
‘Entel’ memleketi Cihangir’de, bol bol film, dizi dedikodusu dönen kafelerin arasından sıyrılıp Saadet Aksoy’un apartmanını buluyorum! Üzerinde rahat bir kot, spor bir tişört. Bedeni kırılacakmış kadar zayıf ve narin. Hali tavrı, ses tonu ve vurgularıysa bir o kadar güçlü. Kahve sevmiyor, sigaradan tiksiniyor. “Ne içersin?” sorusuna “Kahve” dediğimde yüzünü ekşitecek, çantamdan sigara paketimi çıkardığımı görünce kibar kibar balkon kapısını gösterecek kadar.
Beyaz L koltuğunda bağdaş kurup başlıyor anlatmaya: “Erkek arkadaşım Pamir’le (Kıraner) bir buçuk yıldır bu evde yaşıyorum. Bizi cezbeden Cihangir’in lokasyonu, evin manzarası oldu. Bu ev İstanbul’da yaşadığımı hissettiriyor.” Cihangir’de oturmasına bakmayın, ‘Cihangir oyuncusu’ rolünün hakkını pek vermiyor. Evinin dibindeki kafelerde saatlerce oturmuşluğu, çay-kahve içerken görüntülenmişliği yok. Hayatı setlerde, sinema salonlarında, festivallerde ve televizyon karşısında DVD izleyerek geçiyor. DVD’lerin hayatındaki yeri “Evde film izlemeye çok severim” tabirinden biraz daha ötede. Muntazam bir şekilde salonuna dizilmiş yüzlerce klasik film ve belgeseller bu durumun kanıtı. Son dönem favorisi Apple TV. Sistemin kurdu olmuş, bana da tek tek tarif ediyor çalıştığını. Sabırla. Sakince.
SEVGİLİM BUNLARI YE, SEVGİLİM BUNLARI ASLA YEME!
Kulağım Saadet’te, gözüm evin muhtelif köşelerinde. Salon, dünle bugünü birleştiren kocaman bir oyuncakçı dükkânı gibi. Oyun konsolları, maskotlar, atariler... Saadet’in hepimizden gizlediği bir çocuğu ya da kardeşi olabilir mi? Yüzünde ışıl ışıl bir tebessüm, “Bütün oyuncaklar erkek arkadaşım Pamir’e ait” diyor. Oyuncakların kurcalanmasından Pamir’in hoşlanmayacağını söylediğinde biz çoktan Wii karşısında kapışmaya başlamıştık! Bilerek yenilmemi kabul etmeyince, şansını bu kez el atarilerinde deniyor ama nafile!
Fast food yemiyor, sebze ve protein ağırlıklı besleniyor, bol bol su içiyor, light ürünlerden uzak duruyor. Peki, Saadet’in bu ince fiziğinin sırrı sadece bunlar mı? “Bir dakika... Bir dakika... Başladık mı?” “Çoktan” Derin bir nefes alıp başlıyor anlatmaya: “Spor ve sağlıklı beslenme benim için önemli. Yalnız, beslenme konusu benim için bir takıntı değil.” O telefonla konuşmak için yanımdan ayrılmışken, ben dediklerinin doğru olduğunu öğrenmek için mutfağında delil peşindeyim. Dolabın üzerinde bir not: “Sevgilim bunları asla yeme, Sevgilim bunları mutlaka ye!” Listede sürpriz yok. Yenmesi gerekenler sağlıklı besinler, diğerleri abur cuburlar... Dolabın içi meyve, süt, yoğurt ve peynir çeşitleriyle dolu. Tam kapatacakken gözüm bir rafa takılıyor. O da ne? Kutu kutu kolalar, paket paket çikolatalar, patates cipsleri ve şekerlemeler... Gerekçesi gayet masum: “Çocukken ailem eve kola ve abur cubur almazdı. Ben de alıştım. Ama Pamir bunları çok seviyor. Almamız için beni de ikna ediyor. Fakat bazen ona kalmasın diye hepsini yiyorum.” İşte aşk böyle bir şey...
“PAMİR’LE GÜZEL BİR YOL ÇİZİYORUZ”
Evin her köşesi “Sevgilim Pamir...” diye başlayarak hikâyesini anlatacağı objelerle dolu. Tıpkı girişteki Japon kılıçları gibi. Birlikte yaptıkları Tokyo seyahatinden kalma kılıçlar, Pamir Beyin özel ilgi alanı ‘Kendo’ felsefesinin simgeleri. Kıyafet odasında da bir köşede kendi kıyafetleri, diğer köşede Pamir’in parfümleri... “Hayatımın büyük bir kısmı Pamir. Birlikte çok vakit geçiriyoruz, beraberken çok gülüyor, eğleniyoruz. Bakış açısına çok güveniyorum. Ağzından çıkanları dikkatli dinliyorum. Birlikte güzel bir yol çiziyoruz.”
Deniz gören balkonunda, elinde çay fincanı, rüzgardan uçan saçlarını toparlayarak sevgilisini anlatmaya başlarken sanki tek kişilik bir aşk filmi çekmeye başlıyor. Saadet Pamir’i anlatırken, saçları savruldukça, yüzü parladıkça insan kendini bu aşk filminin setine ışınlanmış hissediyor: “36 yaşında. Akıllı telefonlar için uygulamalar geliştiriyor, stratejik danışmanlık yapıyor. Uzun bir süre yurtdışında okumuş, çalışmış. Birkaç dil biliyor. Arada benim işlerimle ilgili destek de veriyor. Duygusal ilişkimizi her şeyin üstünde tutmak istediğimiz için bu çalışmayı resmileştirmiyoruz.” Gün içinde Pamir sık sık arıyor, Saadet de neler yaptığımızı tek tek anlatıyor. Kıskançlıktan mı? “Hayır, kıskanç biri değil. Yani, bir Türk erkeğinin olması gerektiği kadar” Ufukta evlilik gözükmüyor. Çocuk yapmak gibi bir hayaliyse şimdilik yok. Birden yüzü kızarıyor ve duruma ayılıyor. “Bu kadar özelimi asla anlatmam. Özel hayatımın sorulmasına da gıcık olurum ve daha günün başındayız devamı beni korkutuyor.” Fakat artık çok geç, korkunun ecele faydası yok!
BUNLAR SADECE BİR BAŞLANGIÇ
Saadet’i bıraksanız durmadan, nefes almadan saatlerce oyunculuktan bahsedebilir. Tutkusunu hissetmeniz için “Oyunculuk en büyük aşkım” gibi laflar telaffuz etmesine gerek yok. Televizyon dizisiyle başladığı oyunculukta kariyer zıplaması yaşadığı ilk beyazperde deneyimi Semih Kaplanoğlu’nun ‘Yumurta’sından, ardından gelen bol ödüllü ‘Başka Dilde Aşk’tan bahsederken gözleri parlıyor. İkinci kariyerinin dönüm noktasıysa Penelope Cruz’la başrolünü paylaştığı ‘Sen Dünyaya Gelmeden’ Şimdi bir ayağı Roma diğeri Los Angeles’ta, bazen İstanbul’da, hep seyahat halinde: “Her şey bir anda olmuş gibi görünebilir ama öyle değil. Tüm bu filmler, uzun bir çalışmanın sonucu. Önemli olan hedefinizden şaşmamanız. Dil bilmek evet önemli ama bunun yanında çok çalışmak, azim ve sabır da şart.”
“O SEVİŞME SAHNESİ, HİKÂYENİN BİR PARÇASIYDI”
Her şey, gözüktüğü kadar toz pembe değil tabii. Gerçekleşmeyen projeler, son dakika iptal edilen filmler de var. “Jennifer Lawrence ile Bradley Cooper’ın tekrar bir arada oynacağı yeni bir film var. Filmde rol almam için uzun uzun görüşmeler yapıldı ama bir neticeye varamadık” Laf, ‘Sen Dünyaya Gelmeden’ filmindeki meşhur sevişme sahnelerine, sonrasında kopan ‘tedbir’ polemiğine gelince hissettiği gerginlik gözünden, sözünden okunuyor: “Filmin kitabını okuduğunuzda o sahnelerin ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Bu yüzden çekinmeden, rahatsızlık duymadan o sahnelerde rol aldım. Fakat o kareler basında yayınlanınca tedbir kararı aldırmaya karar verdim” “Madem tedbir kararı aldıracaktınız, neden oynadınız?” “Bu saçma ve ahlaki olmayan bir bakış açısı. Bu sahnelerin filmin bütününde bir yeri, anlamı var. Ama onu filmin içinden alıp ayrıca gösterirseniz hiç bir yere ait olmayan sahneler dizisi haline geliyor.”
AKIL HOCASI AUDREY HEPBURN OLABİLİR Mİ?
İkinci gün, erkenden Saadet Aksoy’un kapısındayım. Yeni uyanmış, yüzünde bir sabah mahmurluğu... Sabah ritüeline tanıklık ediyorum tek tek. Yüzünü yıkayıp mutlaka nemlendirici sürüyor, göz kremini asla es geçmiyor, çiçek kokulu parfümlerinden sürünüyor. “Ben hazırım, çıkabiliriz”ine karşılık “Ne acelemiz var” dememe kalkmadan, kendimi Karaköy Namlı’da buluyorum. Menemen yerken, peynir çeşitleri arasında kendini kaybetmişken uyandığında aklına gelen ilk şeyin yemek olduğunu söylemesi nedense pek şaşırtmıyor.
Ardından alışverişe çıkmaya karar veriyoruz. İstikamet, arkadaşları Deniz Marşan ve Başak Dizer Fransez’in Nişantaşı’ndaki ‘Room’ mağazası. Üzerinde dar bir kot, topuklu ayakkabılar ve güneş gözlükleri... Yolda gözler üzerinde, selam verenlere o da kibarca karşılık veriyor. Mağazada akşam yemeği için kıyafet denemeye dalıyor. Cihangir’de yaşayan spor ve salaş kadın, o seksi elbiseler içinde bir anda kırmızı halının tanrıçasına dönüşüyor. Ama o, bu tip kategorize edilmelerden rahatsız: “İçimde bu iki tip kadın da var. Yerine, zamanına göre rol değiştiriyorlar” Ağız burun simetrileriyle güzelliğin altın oranıyla pek arası yok. Güzelliğin matematikte bir karşılığı olmadığına inanıyor. “Bununla ilgili Audrey Hepburn’ün bir sözü var: ‘Güzel gözleriniz olsun istiyorsanız güzel insanlarla göz göze gelin, ideal vücut ölçülerine sahip olup hep ince olmak istiyorsanız, yemeğinizi yoksul ve açlarla paylaşın. Dikkat çekici pozlar vermek istiyorsanız yanınıza bilgelik ve tevazuyu alıp yürüyün.” Hepburn alıntısı sonrası Saadet’in tevazusunun güzelliğinin sırrı sanki açığa çıkıyor. “Hepburn’u akıl hocası bellemiş olabilir mi?” diye düşünüyor insan.
İKİ AY ÖNCE KAYBETTİĞİ BABASININ ARDINDAN...
Güne Kanyon’da, Dean&Deluca’da devam ediyoruz. Saadet’in önünde domatesli çorbası, aklında yan masadaki şahane pastalar varken dayanamayıp “Bol çikolata pasta ve iki servis” istiyorum. Zorla zararlı bulduğu şekeri yedirirken konu annesinden, ailesinden açılıyor. “Beslenme konusunda annemin etkisi büyük.” Annesi İnci Aksoy, Edirne ve Siirt kökenli, emekli emniyet müdürü. Babası Anıl Aksoy ise Nevşehirli, emekli başkomiser. İki abisi var, ailenin en küçüğü. Gözümde baskı dolu bir ev canlanıyor, doğal olarak.“Ailede her zaman uyulması gereken belli kurallar vardı. Abimler de erkek olarak belli bir yaşa kadar ‘Oraya buraya gitme gibi’ çıkışlarda bulunurdu. Ama çok da eğlenirdik. Ben biraz içime dönüktüm. Sinema beni bambaşka dünyalara götüren bir araçtı. Çocukluk yıllarımdan itibaren bana heyecan verirdi” diye anlatıyor. Konu 2.5 ay önce kaybettiği babasından açılınca gözleri doluyor, bir anda kendini bırakıyor: “Bir kız çocuğunun sahip olacağı en iyi babalardan biriydi. Beni birey olarak yetiştirdi. Kendi seçimlerimi vermemi önemsedi. Bana çok düşkündü. Onun için her şeyden daha önemliydim. Saadet de babaannemin ismidir zaten” Babasını düşündükçe o zor günlerden çıkardığı sonuçları sıralıyor. “İnsan çok sevdiği bir yakınını kaybedince tuhaf bir şekilde ilahi güce, ilahi müdahaleye inanmaya başlıyor.” Kaderin hayatındaki etkisini sorgularken sevgi ve aşk konusunda ruhunun ne kadar zengin olduğunu tarif ediyor, sanki o an fark etmiş gibi!
MÖNÜDE SİYASET VAR
Sırada bir kaç mühim toplantı var. İlk gündem maddesi, yüzü olduğu L’Oreal Paris’in yeni projeleri. Bu reklam filminde oynamasının kendisine göre şöyle bir gerekçesi var: “Uluslararası platformda kariyer yapan bir oyuncu olarak böyle bir projenin kariyerime de katkısı olacağına inanıyorum” Neyse ki toplantısını kısa tutuyor, önce City’s’deki kuaförü, Orhan Bademli Akademi’ne, ardından akşam yemeği için Etiler Home Store’a geçiyoruz. Mönüde bol şarap, bol siyaset var: “Politik tavır takınmanın yolu artık sosyal medyadan geçiyor. Twitter’dan muhalefet yapmak tuhaf bir şekilde moda oldu. Evet, ben de yaşananları kafaya takıyorum ama çözüm Twitter’da değil. Herkes kendi alanında faydalı, iyi işler yaparsa o zaman ufak da olsa ülkemizde bir şeyleri değiştirebiliriz” Türkiye’deki yasaklardan duyduğu endişe her mimiğinden, her lafından belli: “Şu anki düzende herkes kendini çok özgür sanıyor ya, aslında kimse öyle değil. En büyük yanılsama da bu. Türkiye’nin bütün problemlerin daha az olduğu, toplum bilincinin biraz daha yüksek olduğu bir yer olmasını isterdim. Aslında birlik olan bir toplumuz ama yıllar geçtikçe birlik olma lüksünün elimizden alınması beni üzüyor.”
Nasıl başardı?
Saadet’in yurtdışı başarısı tesadüf değil. “Nasıl başardı?” diye merak edenler için ders niteliğinde bir kaç tüyo sıralıyor...
1. Festival filmlerinde rol alarak
“Bir oyuncu dünya arenasında iş yapmak istiyorsa festival filmlerine önem vermeli. Çünkü burada çok iş yapan bir filmi dünya sektöründen bir yapımcı bilmiyor. Dengeler farklı.”
2. Bol bol aksan çalış
“İngilizceye ne kadar hakim olursanız olun, uluslararası projelerde rol almak için aksan problemini çözmeniz şart. ABD’li bir diyalog koçuyla çalışıyorum, Skype üzerinden dersler alıyorum. Büyük faydasını gördüm”
Saadet’in kültür notları
NE OKUYOR? “Virginia Woolf, İhsan Oktay Anar okumayı severim. Bir dönem felsefe kitaplarıyla aram çok iyiydi. Hayatın anlamnını sorguladığım dönemler bol bol Nietzsche okudum. Özellike Schopenhauer’un ‘Aşkın metafiziği’ kitabından çok etkilenmiştim. Bir şeyler okumak istediğimde de elim hep Shakespeare’e gider.”