"O ROLÜ NEDEN KABUL ETMEDİM?"

ŞEBNEM ÖZCAN BU HAFTAKİ PAZAR RÖPORTAJINI BEĞENİLEN OYUNCU ÖZGE ÖZBERK İLE GERÇEKLEŞTİRDİ. ÖZBERK, MUHTEŞEM YÜZYIL DİZİSİNDE OYNAMAYI NEDEN KABUL ETMEDİĞİNİ VE SON SİNEMA FİLMİNİ ANLATTI.

GİRİŞ:
‘Pis Yedili’ isimli dizide izlediğimiz Özge Özberk yeni sinema filmiyle ilk kez hem oyunculuğu hem de yapımcılığı denedi. Kardeşi Özgür Özberk’in yönettiği ‘N’apcaz Şimdi’yle G.O.R.A, A.R.O.G, Babam ve Oğlum’ ile ‘Mavi Gözlü Dev’den sonra bir kez daha sinema deneyimi yaşayan sevilen oyuncuyla mesleğini ve hayatı konuştuk. Şebnem ÖZCAN..


-Yapımcısı ve oyuncusu olduğunuz yeni sinema filminiz ‘N’apcaz Şimdi?’ hayırlı olsun, yeni işinizden memnun kaldınız mı?
Çok keyifli bir süreçti çekim süreci. 3 haftalık bir süreçte çektik. Çok iyi hazırlanılmış bir proje aslında. Normalde iki sene önce biz bunu vizyona sokmaya planlıyorduk. Ön hazırlıkları, çalışmaları, oyuncu kastı, provası ve her şeyiyle tamamen hazır bir projeydi. Fakat ‘Domuz Gribi’ patlayınca bende o zaman 7.5 aylık hamileydim. Bütün televizyonlarda aşı olunsun, olunmasın polemikleri gündemdeydi. Kardeşim Özgür’le konuştuk, “Yapamayacağım” dedim. Onun için ertelemek zorunda kaldık 2 sene önce. Ertelediğimiz projeye nasip bugüneymiş. Sponsorsuz filmimizi çıkardık hallettik. Komedi filmi. Baş karakterimiz ‘Toygar’, onu Ufuk Özkan oynadı. Kötü giden bir evlilikten plan yaparak kurtulmak isteyen, karısından kurtulmaya çabalayan adamın kafasına örülen çoraplarla ilgili bir hikaye. Çok eğlenceli bir film. Ufuk Özkan’ın dışında Zeynep Beşerler var, o da kız kardeşiyle birlikte oynadı, Derya Beşerler’le. Yossi Mizrahi var, Serdar Genç var, Ebru Kocaağ var. Ekip çok keyifli, çok. Biz çekerken çok eğlendik. Şu kötü günlerde, kendimizi iyi hissetmemiz gereken düşünceli günlerde biraz olsun insanlara gülümseten, iyi hissettiren bir iş olsun. Yağmur yağsın, insanlar sinemaya gitsin.
-Oyuncu olmaya karar verdiğinizde, her türlü başarısızlığa karşı, elinizde bir ´B´ planı var mıydı?
Hiç yoktu. Çünkü oyuncu olmaya karar verdiğimde zaten o kadar iyi bir okulun içindeydim ki ben, BKM gibi aynı zamanda ‘Bizimkiler’ dizisi gibi… Başarısız olma ihtimalini hiçbir zaman düşünmedim. Çünkü düştüğümde beni tutacak insanlar vardı bulunduğum ortamda. Bana sadece tek düşen şey, kendime mukayet olup, o insanlara mahçup olmamaktı. Dolayısıyla çok çalıştım. Öyle bir ortamın içinde bulunuyor olmak, benim için çok gurur verici bir durumdu. Dolayısıyla başarısızlık gibi bir durum hiçbir zaman aklıma gelmedi. Belki de bulunduğum ortamın keyfinden dolayı bu tip şeyler düşünmedim. Şanslı olduğumu düşündüm o zamanlarda. Hiç öyle ‘B’ planı yapacak kadar kendimi kötü hissetmedim.
-18 yaşında BKM'ye girdiniz, orası sizin için bir okuldu. 10 yıl çalıştınız. O yıllar hakkında neler dersiniz?
Herhalde ailemden çok, tiyatrodaki arkadaşlarımı gördüm. Ve inanılmaz keyifli turneler geçirdik. Sabah 8.30 olunca teker dönerdi bizde. Bütün ekip otobüsle seyahat ettik. Kimse uçakla oraya buraya gitmedi. O kadar güzel çekirdek bir aile olduk ki biz, 10 sene boyunca otobüsten inmedik diyebilirim. Otellere yerleşince oda numaralarımızı bile hatırlamazdık o kadar çok turne yapardık. Odalar birbirine karışırdı. Tek hatırladığım şey eğlencelerimiz ve o zaman fotoğraf makineleri şimdiki gibi değil, biliyorsun makara filmler vardı. Sanki dünya turuna çıkmış gibi, halbuki mesela İzmir’e gidiyoruz inan eve elli bobin makarayla dönerdik her sene. 10 sene boyunca düşünsenize? İnanılmazdı. Yıl yıl, o arşiv hala durur. Kronolojik fotoğraflar durur. İnanılmaz keyifli…
-Küçükken çok utangaç mışsınız, o utangaçlığı üzerinizden nasıl attınız?
Tiyatroya girdim ve o utangaçlığı üzerimden attım. Toplum içinde konuşuyor olmak bana çok rahatsızlık veriyordu. Dikkat çekeceğim, yanlış bir şey söyleyeceğim ve yadırganacağıma inanıyordum. Belki kendine güvensizlikten kaynaklanan bir durumdu. Çünkü neredeyse ortaokula kadar çekirdek bir apartmanda büyüdüm. Dışarı çıkmaya hiç ihtiyacımız yoktu. Dolayısıyla tiyatroya girdiğim andan, daha doğrusu iş hayatına karar verdiğim andan itibaren kişiliğim değişti. Kamera önünde ilk deneyimim rahmetli Kemal Sunal’la ‘Şaban Askerde’  filmiyle oldu. 17 yaşındaydım o zaman. Biz oraya 5 kişi gitmiştik. Elimize yazılı metin verdiler. Tek tek herkes okudu. Oynamaya çalıştık o heyecanla.  Hani inan, sadece hatırladığım Kemal Sunal’la yan yana oturduğumda etek, ceket gibi bir şey giydiğimi hatırlıyorum. Hiç hayatımda giymediğim bir şey ama öyle olması gerekiyordu ve sadece yaptığım tek şey eteğim açılıyor mu açılmıyor mu kontrol etmek,eteğimi çekiştirmek olduğunu hatırlıyorum. Kemal Sunal’ın filmleriyle büyüdüm, hayranlık duyuyordum, sesini duymak bile heyecanlanmama yetip artmıştı…
-Kemal Sunal’la bir anınız var mı?
O günden bugüne değişmeyen tek şey setlerde üşüdüğümüz. O zaman kış ayında çalışıyorduk. Orada çok üşüdüğümü hatırlıyorum. Şimdi de çok farklı değil, setlerde hala çok üşüyoruz.
- Uykusuzluk, yorgunluk stres… Setlerde çalışma şartları çok zor. Siz de çok çalışmaktan hasta olmuş muydunuz?
Tabii ki dönem dönem çok zorlandığım oldu. Özellikle ‘Çemberimde Gül Oya’nın son bölümlerine doğru gerçekten çok büyük bir rahatsızlık geçirdim. Yorgunluk, stres, uykusuzluk iç kulak dengesinin bozulmasıyla ilgili bir rahatsızlıktı benimki. Kulağımda bir uğultu vardı; başım dönüyordu, sesler kulağımın içinde büyüyordu. Orta kulakta sıvı dengesizliği, kristallerin oynamasıyla oluşuyormuş. O zamanlar da çok zor günler yaşadım. Zaman zaman panik atak krizleri geçirdim. O da yorgunluktan uykusuzluktan panik atak oldum. Gerçekten dizi setleri çok zor...
İnsanlık dışı çalıştığım setler oldu. Uykusuzluk çok çektim. İnsanların seyrettikleri kadar kolay bir iş değil bu iş. Sosyal hayatınız yok, kendinize vakit ayırdığınız zaman yok, tamamen dünyadan kopuk yaşıyorsunuz. Sadece gördüğünüz tek şey, setteki arkadaşlarınız ve kamera. Bunun için gerçekten bir şeylerden fedakarlıkta bulunmanız gerekiyor. Hayatınızdan feragat etmeniz gerekiyor. Özellikle dramada…  Bundan 2 sene önce yaptığım sit comlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. ‘Canım Babam’ MED Yapım’la yaptığım iş hakikaten evlere şenlikti. İnanılmaz keyifli geçti. Set ortamı çok profesyoneldi. Sit com ortamıyla, dışarıda çekilen drama ortamları inanılmaz farklı…
-Oyuncu için sit comda oynamak rahat, dramada oynamak zor öyle mi?
Öyle; sit comlar çok rahat. Kapalı mekana girdiğinizde yarım saatte çekiyorsunuz. Pat, pat bitiyor. 4-5 kamera; set up düzeni kurulu, ışıklar kurulu, sadece giriyorsunuz tiyatro gibi çekip çıkıyorsunuz. Dramada mekanlar çok fazla olduğu için kar kış kıyamet sokaklarda oluyorsunuz. Drama çok zor…
-Siz hangisini tercih ediyorsunuz?
 Bu sene ‘Pis Yedili’ benim için çalışma şartları çok kolay olan bir projeydi. Bilinçli seçilmiş bir tercihti. Sete maksimum 2 gün gidiyordum. Fazla beni yormayan bir işti. Şu anda sorarsan kalbim bir dönem dizisinden yana. Ama aklım sit com’dan yana…
-Sizin çalıştığınız setlerde bazı kurallarınız var mı? Mesela, günde 9 saatten fazla çalışmam gibi…
‘Çemberimde Gül Oya’dan sonra ‘Kırık Kanatlar’da haftanın 3 günü çalışıyordum. Aslında bazı kurallar koysanız da riayet ediyorlar ama işin akıbeti ve sağlığı açısından “Dördüncü gün de çalışacağız” dediklerinde, “Hayır, benim sözleşmem 3 günlük. Daha fazla çalışamam” diyemiyorsunuz.  Dolayısıyla karşılıklı müsamaha gösterilen durumlar çok fazla oluyor. Ancak dediğim gibi, haftanın 6 günü çalışabileceğim bir işten biraz uzak kaldım, 2.5 sene oldu. Yeni sezonda inşallah güzel bir drama istiyorum..
-Teklifler var mı?
Var birkaç tane.
-Şu anda oynayan dizilerden size teklif almış mıydınız?
‘Muhteşem Yüzyıl’dan teklif gelmişti. ‘Mahidevran’ı oynamamı istediler. Teklif geldiğinde oğlum Leo çok küçüktü 1 yaşındaydı, teklifi kabul edersem ne kadar çok çalışacağımı biliyordum. Leo tabi ki ağır bastı. Yoksa teklif çok cazipti, hoşuma gitmişti benim için bulunmaz bir teklifti ama oğlum için kabul etmedim. Dünya bir yana oğlum bir yana… Teklifi kabul etmediğime pişman değilim.
-Sizi hep, melek gibi bir kadın rolünde mi izleyeceğiz. Hiç mi kötüyü canlandırmayacaksınız?
Kısmet, içime sinen bir şey olursa neden olmasın? Ama her zaman şunu savunuyorum; ben ters köşe rollerde oynasam seyirci bunu kabul etmez. Beni ailemizin kızı, naif karakter, kendi ayakları üzerinde duran güçlü kadın rollerinde görüp izlediler. Şimdi kalkıp da kötülükler yapıp, ağzından zehir saçan bir kadını oynamam mümkün değil, çünkü seyirci bunu kabul etmez. Bana da çok inandırıcı gelmez açıkçası. Benim öyle bir rolü oynamam televizyon açısından yanlış cast olur diye düşünüyorum. Hani örnek verilirse Beren Saat, ‘Bihter’ rolünde kötü bir karakterdi fakat ‘Fatmagül’de naif bir karakteri oynuyor ama benim dediğim öyle bir şey değil. Kötülerin iyi olması evet olabilir, ama iyilerin kötü olması kabul edilir bir şey değil. İzleyici bunu kabul etmez. Bu kız bu kötülüğü yapmaz deyip o roldeki oyuncuyu reddeder. Diziyi seyretmez.
-Tiyatro da kötüyü oynadınız ama değil mi?
Tiyatroda bilinçli seyirci geliyor. Orada sizi seyretmeye geliyor. Bilerek geliyor. Ne izleyeceğini görmek istiyor. Sonuçta orada canlı canlı görüyor. Dolayısıyla sadece sizi görmeye geliyor. Konunun içersinden sizi çıkartıyor ve seyrediyor. Kötü karaktermiş iyi karaktermiş ne olursa olsun hikayenin bütününe bakıyor. Zaten 2.5 saat başlıyor ve bitiyor. Ama dizi için öyle bir süregelen durum var ki belki 6-7 ay seni içine alacak, ya da seni odasına almayacak. Öyle bir şey ki biz insanların yatak odalarına kadar giriyoruz. Sizi özümsüyor, seviyor, bağrına basıyor ya da tam tersi sizden nefret ediyor. Ama bunun ikisinin bir arada olması televizyon açısından pek mantıklı gelmiyor. Tiyatroda bilinçli olarak tercih yapıyor, o bizim evimize geliyor. Ben kötü rolde oynamam demiyorum ama seyirci yemez. Kötü karakter benim için dizide olmaz. Deneriz ama boşa harcanmış bir emek olur.
-Özge Özberk’in  kendine göre sınırları ve prensipleri var mı? Bunlar nelerdir?
Benim işime saygım sonsuzdur. İşimi hiçbir zaman üstün körü yapmadım şu ana kadar. 1994’den bu yana yaklaşık 18 yıl bitmek üzere, dolayısıyla insanların ‘Yaptım oldu aman idare ediver” cümleleri beni çileden çıkartan cümlelerdir. Ben rolümü öyle yapmıyorum ki? Yaptım oldu değil, bizim rolümüz. İşimizin neyse hakkı onu vermek zorundayız. Çünkü, siz inanmazsanız işinize seyirci hiç inanmaz. Dolayısıyla, ben işimin hakkını veriyorsam sen de işinin hakkını vermek zorundasın. İsmini oraya yazdırıyorsan hak etmek zorundasın. Bu sebeple, prensip olarak etrafımdaki insanların da işine en az benim kadar sarılıyor olmalarını isterim.
-Disiplinsizlik problemi olan oyuncularla çalıştınız mı?
Muhakkak ki karşılaşmışımdır. 18 sene setlerde büyüdük muhakkak ki oluyor. Hayatında ilk kez kamera görmüş insanlarla da beraber çalıştım. Ama bunları anlattığınız zaman çok bilmiş olabiliyorsunuz, ders veren abla konumuna girmiş olabiliyorsunuz. Öyle değerlendiriyorlar. Halbuki ne içindir? Sen o işi iyi yapıyorsan, tamamen ona yardımcı olup seninle beraber aynı ayara gelmesini sağlamak amacındasındır. Ben hala, benden 1 sene bile fazla tecrübesi olan insanların gözünün içine bakarım ki ne öğrenebilirim diye. Yani değil ki yeni başlamış insanların… “Ben öyle biliyorum, ben böyle biliyorum” Hayır, sen dün gördün; açı nedir bilmezsin, ışığı bilmezsin. Ama öğrenmeye çabala. Ya da her şeyi, bırak açı, ışık falan; sen tekstini oku gel. Bu bile bir şeydir. Sadece ne oynayacağını bil. Cümlelerine hakim ol. Okumadan gelenler de çok oluyor. Siz okumuş ezberinizi yapmış geliyorsanız, karşınızdakinden de en azından bunu bekliyorsunuz. Siz ilk tekstte bunu hallediyorsunuz, karşınızdakinin beş tekst yapması sizin oyununuzu da düşürür, sizi gerer.
-Tiyatro oyuncuları dizilerden kazandıkları parayla geçimlerini sağlıyorlar. Çünkü tiyatrodan para kazanılmıyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tiyatrodan kazanılan para öyle tatlı ki ye, ye bitmiyor. Hani belki bir kıyafet parasıdır alacağınız şey, öyle abartılı büyük kıyafetlerden de bahsetmiyorum. Günlük bir market alışverişi kadardır. O kadar tatlıdır ki o para, harca harca bitmez. Bunu herkes söyler. Ya da onun değerini biliyorsunuz harcamıyorsunuz. Tiyatro parası birikiyor. İnanılmaz bir şey.
-Dizilerde tiyatro kökenli eğitimli başrol oyuncuları yok denecek kadar az. Sırf yakışıklı ya da güzel olduğu için başrolü alan oyuncular hakkında ne diyeceksiniz?
Açıkçası ben dizi oyunculuğunu oyunculuktan saymıyorum. Dizilerde rol yapmak oyunculuk değil. Herkes dizi oyuncusu olabilir. Konuşamıyorsan dublaj yaparlar, eğer kaşını gözünü yanlış oynatıyorsan, üç beş tekrarda yönetmen bunu bir şekilde alır, alamıyorsa da senin konuştuğun yerde planı kesip, başkasının planını koyup bir ağaç gösterebilir. Sen yine arkadan konuşabilirsin. Ağlayamıyorsan iki tane damla damlatabilirsin. Çok kolaydır dizi oyunculuğu. O yüzden popüler isimlerin başrolde oynaması şaşılacak bir şey değil. Bir yarışmada birinci olman yeterli…
-Herhangi bir yarışmada mı?
Evet, Survivor olsun; güzellik yarışmaları olsun aklına gelebilecek her türlü yetenek yarışmasında bir şekilde dikkatleri üzerine çek, bir dizide rahatlıkla oynarsın. Yarışmada büyük bir kavgaya karışırsın bir anda sivrildiğin anda bütün programlar, projeler, sunuculuk teklifleri başroller gelebiliyor. Bu ülkede böyle…
-Bu mesleğin bir getirisi de şöhret. Şöyle bir baktığınızda şöhreti hazmedemeyen oyuncular da çok var mı?
Ben işimle gündeme geldiğim için şöhretin şanssızlığını görmedim. Benim şöhretim ancak oğluma. Televizyonda gördüğü zaman “Anne çıktı, anne çıktı” diyor.


NE ZAMAN?
-Ne zaman, “Aferin bana!” dersin...
Arabayı doğru bir şekilde park ettiğim zaman.

-Ne zaman utanırsın?
Övgü karşısında.

-Ne zaman kaçıp gitmek istersin?
Aferin bana diyemediğim zamanlarda.

-Ne zaman kendini başka birine teslim edersin?
Benden işi daha iyi bilen birileri varsa…

-Ne zaman birini kıskanırsın?
Kıskançlıkla aram hiç iyi değil.

-Ne zaman biriyle kavga etmeyi göze alırsın?
Leo’ya gelecek ufacık bir nefes olduğu taktirde.

-Ne zaman yorganın altına girip saklanmak istersin?
Leo ne zaman saklanmak isterse.

-Ne zaman kendini çirkin hissedersin?
Somurttuğum an…

-Ne zaman kendi güzel hissedersin?
Gülümsediğim an.

YORUM YAP
YORUMLAR