NEVRA SEREZLİ ŞEBNEM ÖZCAN'A, VEFAT EDEN KOCASIYLA KONUŞTUĞUNU AÇIKLADI!

ŞEBNEM ÖZCAN, GEÇEN MART AYINDA AKCİĞER KANSERİNDEN ÖLEN OYUNCU METİN SEREZLİ'NEN EŞİ NEVRA SEREZLİ'Yİ EVİNDE ZİYARET ETTİ VE UZUN UZUN SOHBET ETTİ...

RÖPORTAJ: ŞEBNEM ÖZCAN

69 yaşındaki Nevra Serezli yarım asıra yakın süredir oyunculuk yapıyor. Aynı zamanda önemli bir dublaj sanatçısı. Binlerce tiyatro oyununda, çok sayıda sinema filminde ve dizide rol aldı. Binlerce tiyatro oyununda, çok sayıda sinema filminde ve dizide rol aldı. 45 yıllık eşi, değerli oyuncu Metin Serezli’yi geçtiğimiz Mart ayında Akciğer kanserinden kaybetti. Şimdi, Anadoluhisarı’ndaki evinde yalnız bir hayata alışmaya çalışan değerli oyuncuyla, mesleğini, iki oğlunun babası Metin Serezli’yi ve hayatı konuştuk. 
Şebnem ÖZCAN

- 46 yıldır rol yapıyorsunuz. Mesleğinizde bugün bulunduğunuz nokta, hep hayalini ettiğiniz bir yer miydi?
Her anlamda hayal ettiğim yerdeyim. Bu işe başlarken hobi gibi başladım. Oyunculuğun tadını aldıktan sonra da başka bir meslek düşünmedim. Ara ara başka bir meslek yapsaydım diye düşündüğüm anlar olmuştur. Çok zorluklar çektiğimiz, işsiz kaldığımız devreler oldu. O zamanlar keşke başka mesleğim olsaydı da hiç bunları düşünmeseydim dediğim günler olduğu gibi, “Hiç masa başında bir şirkette çalışamazdım. Bu işin tadı başka” dediğim günler de oluyor. Yani ikisinin arasında kaldığım günler çok oluyor. Çünkü çok stresli bir iş bizimki. Her dakika yeni bir iş yeri açıyormuş gibi hissediyorsun kendini. Dükkan açtın, bakalım tutacak mı gibi. Bir diziye başlıyorsun, rolünü seviyorsun, ekibinle çok iyi anlaşıyorsun, üç gün sonra dizi bitiyor. Hadi gene en baştan başlıyorsun. Yani hiçbir şeyin sağlam bir tarafı yok. En tutarlı olanı tiyatro. Allah’tan ben tiyatroyu hiç bırakmadım diyebilirim. Yarın ben tiyatro yapmak istesem kendime bir rol bulurum. 
-Asıl oyunculuk, tiyatro sahnesinde mi yapılır?
Uzun yıllar Dormen tiyatrosunda çalıştım, uzun yıllar müzikallerde oynadım, Profilo da Gencay Gürün’le çalıştım. Öyle bir şey oluyordu ki temmuz, ağustos tatil yapıyorduk, Eylül’de provaya başlayıp tiyatroya hazırlanıyorduk. Tiyatronun zevki başka. Bu tartışılmaz. Tiyatroya bir kere bulaşmış olan onu tadını alıyor. Sırf dizilerde oynayanlar pek bunu anlamıyorlar açıkçası. Ve ne yazık ki konservatuardan yeni çıkmış insanlarda daha tiyatroya adımını atmadan televizyon oyunculuğuna geçtikleri için ve de uzun süre televizyonda çalışırlarsa onun tadını alamıyorlar. Tabii ki çok az tiyatroda iş bulma şansları oluyor. Evet, bence oyunculuk deyince tiyatrodur. 
-Sizde bazıları gibi zaman zaman “Yurt dışında doğup yaşasaydım, oyunculuk açısından dünyaca ünlü bir aktrist olurdum” diyor musunuz? 
Evet, diyorum. Ben Amerika’ya gitmek istemiştim, bir sene gittim okudum orada da tiyatro dersleri almıştım. Bir piyestede rol almıştım. Bütün Amerikalı ekibin içinde tek Türk bendim. Ben de rolümü oynadım ve hiç de sırıtmadım. Sonra Haldun Dormen’le Londra’ya gittik, İngilizce bir piyes oynadık, ‘Nalınlar’ı oynadık çok sükse yaptık. Oyun baştan sona İngilizceydi. Çok büyük ses getirmişti. Çünkü Türk oyuncuların bu kadar iyi İngilizceyle oyunu oynaması onları şaşırtmıştı. Ve çok güzel eleştiriler almıştık. O sırada baktım, gördüm ki Amerika’da uzun yıllar kalmış olsam ben de çok ünlü bir aktris olacağım. Dünyaca ünlü olabilirdim de…  Nasıl ki Serra Yılmaz İtalya’da oynayabiliyor, bende rahatlıkla yurt dışında çalışabilirdim. Bence bizim onlardan hiçbir farkımız yok. 
-Siz orada bir kariyer yapmayı neden tercih etmediniz?
Türkiye’den hayatta kopamam, mümkün değil. 
-Sizce Türkiye’deki oyuncular yurt dışında oyuncu olma şansını yakalayabilirler mi? 
Kesinlikle evet. Lisan kısıtlaması olmazsa bunu rahatlıkla yapabilirler. Bizim onlardan hiçbir eksiğimiz yok. Çünkü oyunculuk dünyanın her yerinde aynıdır. Birazcık da kabiliyet varsa, bir star ışığında varsa yurt dışında çok başarılı olunabilir. Bakın, yavaş yavaş Türk oyuncular yurt dışında kendilerini göstermeye başladılar. İşte Saadet Işıl Aksoy iyi bir filmde rol aldı, “Bu Türk oyuncu mu?” denilmedi. Çok da başarılı bulundu. Haluk Bilginer gitti İngiltere’de oynadı. Lisan konuşabiliyorsan bence hiçbir eksiğimiz yok. 
-Orada oynasaydınız kazancınız da çok iyi olurdu değil mi? 
Herhalde olurdu. Ama insan memleketinden ayrı bir zenginliği istemiyor. Diyelim ki ben orada çok büyük sükse yaptım, Beverly Hills’de oturuyorum, arka bahçede yüzme havuzum var ama dostum yok, arkadaşım yok, dedikodu yapacak insanım yok, Boğaz’da balıkçım yok, Arnavutköy’de ciğercim yok, Sultanahmet’de köftecim yok ben neyleyim öyle şan şöhreti. Para gerekli tabii, yaşam için gerekli, kendini geliştirmen için gerekli, dünyayla iletişim için gerekli, başka kitapları alıp okuyabilmen için gerekli. Para da hiç önemli değildir diyemeyiz pek tabii. Ama sırf para için yaşamayı da kabul etmiyorum. Çünkü neden? Ben karakter olarak, Metin de öyleydi, biz hep küçük şeylerle mutlu olurduk, hala da öyle. Minicik bir şey beni mutlu ediyor zaten. 
-İyi bir oyuncu olarak yaşarken size nasıl bir jest yapılmalı? 
Rol verilmeli. Ben hayatım boyunca ödül peşinde koşmadım. “O ödül benim olsun, bu ödül benim olsun” diye bu işin peşinden koşmadım. Ödül alamadığım zaman çok fazla üzülmemişimdir. Gerçekten tüm samimiyetimle söylüyorum size, perde kapanıp da o 300 kişi seni eğer ayakta alkışlıyorsa dünyada bundan daha tatmin edici bir duygu yok. Ama ben hep şunu da savundum, ödül almak güzel bir şey ama o ödülü eve gidince paylaşacak bir insanın olması lazım. Mesela, şimdi beni çok buran o. Bir başarı elde edersem bunu Metin’le paylaşamayacağım diye çok üzülüyorum. Yani al şuraya gümüşleri diz, oraya da şunları diz ne olacak yani? Kim sana “helal olsun” diyecek? O ev hayatı, aile hayatı, onlarla bu duyguları paylaşıp mutlu olabilmek çok başka bir şey. Evimi ve ailemi sanat yaşamımla aynı anda götürebilmeyi başardım. Biri birinden daha önemli olmadı hiç. İkisi de birbirini geçmedi. 
-Kimi oyuncular mesleği çok sevdiğini belirtmek için “Sahnede ölmek istiyorum” der; Allah geçinden versin siz de öyle düşünüyor musunuz? 
Bizim meslekte yaş açısından emekliliğe ayrılmak gibi bir durum olmuyor. Metin son günlerinde bile “Hay Allah ya, seneye oynayabileceğim bir piyes çıkar mı acaba?” diye düşünüyordu. Bende bu yaşıma gelmişim, Allah’a çok şükür çalışmasam da hayatımı devam ettirebilirim diye düşünüyorum. Ama bir iş biterkende acaba yeni bir iş gelecek mi diye düşünüyorum. Bir arsızlık var yani. Hatta yaş ilerledikçe daha çok rol şansın oluyor. Çünkü hep bir anneye, bir babaanneye, bir anneanneye, bir kayınvalideye ihtiyaç var. Çünkü gençlerin şöyle bir şansızlığı oluyor, birazcık hatlar düşmeye başladığı zaman genç kız ya da aşık olunacak kadın rolünden sıyrılabiliyorsun. “Aaaaa aman o 40’ı geçti” denilebiliyor. O kadar az ki kimler olabilir anneler, kimler olabilir anneanneler parmakla sayılacak kadar az oyuncu var. Çalışmak insanı ayakta tutuyor. 
-Maddi olarak geleceğinizi garanti altına alabildiniz mi? 
Evet, şöyle çünkü biz Metin’le aynı kafadaydık, çok para kazandığımızda çar çur etmedik. Yastık altı yapabildik. Kötü günümüz için hep bir kenarda paramız vardı. Bodrum’da küçük bir evimiz var, bu oturduğum yer benim. Tiyatrodan kazandığımız parayla Nişantaşı’nda da bir ev aldık. Benim öyle çok masrafım, harcamam hiçbir zaman olmadı. Hırslı bir kadın hiç olmadım. Şöyle bir hırsım vardır yanlız, bir rol verilsin, muhakkak belli bir seviyenin üzerinde olmalıyım. Onu en iyi yapma hırsım vardır. Memnun olmam, 3 kişiye iyi miyim diye sorarırım, rolümü araştırırım falan. Mükemmele yaklaşana kadar çalışırım. Ama tabii her zaman eleştiren var, her zaman senden daha iyisini yapacak olan vardır, öyle düşünmek lazım. Ama bazı rollerde hani bir tek sen varsındır, sana yazılmıştır. Biz ona eldiven rol deriz. Eldiven gibi geçir onu, oyna git. Hep derler Hisseli Harikalar “Senin gibi kimse oynayamaz”. “Aydan Şener mesela, ondan başka Çalıkuşu olamaz, Dila Hanım’ı  Türkan Şoray’dan başkası oynayamaz” denir ya öyle bir şey bu. Neden? O imaj o bellekte yer etmiş, onu silmek yerine başkasını koyabilmek mümkün değildir. Daha iyi aktörü bile gelse zor. 
-Başrol oyuncularının 30 ile 70 bin lira arasında ücret aldığı bir piyasada yan roldekilere, bu paranın üçte birinin verilmesini haksızlık olarak nitelendiriyor musunuz? 
Nitelendirmiyorum. Dünyanın her yerinde bu böyle. 20 milyon dolarlık oyuncular var. İşte Julia Roberts, Angelica Jolie gibi, onun yanında başka başka kadın oyuncular var. Belki onlar birçok ödülünde sahibi, o kadar para alamıyor. Aradaki fark çok fazla. Uçurum var ama o tip oyuncuların fazla para almalarını haklı buluyorum. Ben çok beğendiğim rolü üste para verip oynarım. Bu olmuştur da. 
-Nasıl yani? 
Yani parayı konuşmam. O rolü beğendiğimi de belli ederim. “Bu rolü kesin oynuyorum” derim. Böyle söylersen prodüktör zaten sana fazla para verir mi? Vermez! O sırada bana 1 lira versede umurum bile değil. Çünkü o rolle ben mutlu olacağım. Tabii ki üç-beş kuruş alacağım, hayatımı devam ettirmek için. Ama bazen oynasamda olur oynamasamda olur roller gelir, o zamanda fiyatımı artırırım. Bazen denk düşer, onlarda tamam der, oynarım. Yani ben bir rolü istediğimi belli ederim. Üste para verilecek roller vardır. ‘Sihirli Annem’ mesela öyleydi. Rolüm çok küçüktü. Ama ben severek oynadım. Bunu becermiş olacağım ki, sonradan rolümü büyüttüler. Öyle çok sevdim ki rolümü bitmesin istedim. Bazı politik olaylar olmasaydı, hala biz oynuyorduk. Bir de şu var tiyatroda da, televizyonda da köyle kadını rolü gelmedi bana. Hep frapan, sarışın, kentli kadın rollerinde oynadım. ‘Vay Anam Vay’ adlı dizide Sivaslı bir köylü kadınını oynadım. Şalvarlarla dolaşıyordum. Seyircimden çok tepki aldım. Halbuki o rolü çok keyifle oynamıştım. İlk makyajımı yaptım çıktım, Gani Müjde nasıl bu kadar değiştin diye çok şaşırdı.
-Kişiliğinizle, mesleğinize olan saygınız ve disiplininizle örnek bir oyuncusunuz. Günümüzde, sektörde sizin gibi olan çok az kişi var değil mi? 
Biz eskiler öyleyiz. Biliyorsunuz ‘Altın Kızlar’da çok değerli oyuncularla çalıştık. O iş çok kısa sürdü. Mesela oradaki rol için “Nevra” dediler, “Varım” dedim. Ekibe bak, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray’lasın ve senin tiyatrocu olarak sinemacıların yanına alıyorlar ve eşit değerde bir rolle o işe başlıyorsun. Büyük bir şanstı. Ama şansızlık; gitmedi, o iş tutmadı. Tutsaydı, oynuyorduk. Böyle kadro olur mu kardeşim? Yani bu kadar olabilir. Orada da senaryoyla ilgili bir sorun çıktı. Uymadı Türk toplumuna, daha akıllıca bir senaryo olsaydı devam ederdi. Türkan Şoray saat 7’i 10 geçe giymiş eşofmanını, kapıdan giriyor, 7 buçukta hangimizi çağırmışlarsa ben giriyorum. Aynı kapıdan Hülya Koçyiğit ve Fatma Girik giriyor. Hülya saçı makyajı yapılmış giriyor sete. Çünkü o beğenmemiş kendi saçını kendi yaptırmış. Düşün sabah 7’de o kadın saçını yaptırmaya gidiyor. Saçı yapılı geliyor o saatte. Hadi gençleri getirin bakayım o saatte? Bir insan boş yere bir yere gelmez. Bu kadınlar senelerdir bunu yapıyorlar, çalışıyorlar, niye böyle oluyorlar? “Türkan Hanım sete” denildiğinde Türkan Şoray ‘tııırik’ diye sete aynasıyla iniyor. Fatma dersen, o zaten dünya şekeri, dünya tatlısı. Müthiş insanlardı. Ben dizinin bitmesi derdinde değildim, onlardan ayrıldığıma çok üzüldüm. 
-Siz dört tane ünlü oyuncu kimbilir ne kaprisler yapmışsınızdır o sette? 
Hiiççç! Ben zaten kapris yapmam da. Sana iki torunumun üstüne yemin ediyorum, “Hülya Hanım şuraya” diyorlar, dıt dııt dıt oraya gidiyor. Kendi perhiz yemeğini evden getiriyor. Bizim odaya da haber yolluyor “Nevra sen kısırı seviyordun, gel beraber yiyelim” diye. Türkan geliyor “Niye bende yemeyeyim? Bende yiyeceğim” diyor. Fatma “Ben sizin yemeklerinizi yemem. Elmamı söyledim” diyor. Soframızı kurup beraber yemeğimizi yiyoruz. “Bana bonfile getirin!” falan olmuyor yani. “Bu kostümü giymem” diye ne bir kapris yapmışımdır ne başka bir şey. O kadar tatlı, o kadar sıcak, muhteşemdiler. Ben şimdi yeni gençlerle de çok çalışıyorum. Onlarda da kapris yapan bir oyuncuya rastlamadım. Bana kapris yapan, ezmeye çalışan ya da şımarıklık yapan bir oyuncu rastgelmedi. Ben öyle olsa, hemen koparırım ilişkiyi. Öyle bir şeye rastlasam yok olurum, uzaklaşırım odadan, yapamam hiç öyle bir şey. 
-Ya, son rol arkadaşınız Nurgül Yeşilçay nasıl?
Nurgül Yeşilçay’la ‘Bebek İşi’ dizisinde beraber oynuyoruz. O da o kadar doğal ve tatlı ki, evimizin kızı gibi mesela. Dizinin starı; daha var mı? 
-Nurgül Yeşilçay için “Türkan Şoray’ın veliahtı” deniliyor. Siz o anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz oyunculuğunu?  
Yani oynadığı dizilerde çok başarılı buldum, buluyorum da. Şimdi de komedi ağırlı oynuyor ve başarılı. Türkan’ın veliahtı mı değil mi konusuna gelince bence kimsenin yeri doldurulamaz. Bir tane Türkan Şoray var. Şimdi Kenan İmirzalıoğlu, Kıvanç Tatlıtuğ ve Çağatay Ulusoy’u birbirleriyle kıyaslıyorlar. Halbuki o üçü birbirlerinden o kadar farklılar ki. Kenan’la Çağatay’ı bağdaştıramazsın. Çok farklı oldukları için hoş. Çok başka yerdeler. 
-Sizin favoriniz kim?
Kıvanç Tatlıtuğ. Üstüne tanımıyorum. Onu çok taktir ediyorum. Ve de ‘Kelebeğin Rüyası’nda bin kat daha taktir ettim. Gözlerime inanamadım. 40 senelik bir tiyatrocu ve oyuncu olarak Kıvanç’ın oyun gücüne, oyun tarzına  ve o roldeki bakışlarına inanamadım. O gözünde verem olan oyuncu. Gözünde veremi yaşattı bize. Nasıl yapılır bilmem, ben yapamam. Allah vergisi bir kabiliyeti var. Çok avantajlı bir vücut yapısı var, avantajlı bir suratı var. Bıçkın olabiliyor, yakışıklı olabiliyor, hastalıklı olabiliyor, biraz yaşlandıkça daha erkeksi bir havası olacak. O kadar farklı rollere o kadar çabuk bürünüyor ki, onun oyunculuğu beni tokatlıyor. Güm güm diye seyircinin suratına yumruklar atıp şaşırtıyor. Son yıllarda çıkmış en önemli jönlerden biri. 
-Peki Kenan İmirzalıoğlu? 
Kenan’ın ‘Uzun Hikaye’ adlı filmini izledim. Onu da çok beğendim. Filmi çok beğendim. O da tam Türk aktörü. Ekrana çok yakışıyor. 
-Çağatay Ulusoy? 
‘Med Cezir’ de çok iyi oynuyor. Kendini geliştirmiş. Muhakkak ders aldı. Kilo vermesi, daha erkeksi hatlara sahip olması, bakışları kameraya bilinçli bakıyor kendini çok ilerletmiş. O da çok iyi bir yolda. 
-Kadın oyunculardan kimi beğeniyorsunuz? 
Beren Saat favorim. Onu içime sokmak istiyorum. Onu çok seviyorum. O da çeşitli rollerin içine girebildiği için çok hoşuma gidiyor. Bir kaşlarını aldırmadı Fatmagül oluverdi. Gökçe Bahadır’a da bayılıyorum. Gökçe Bahadır her rolü oynar diye kabul ediyorum. Tiyatroda da rahatlıkla oynar. Çok fazla görselini değiştirmeden o kadın oluyor. O kadar oluyor ki bir öncesini rahatlıkla unutuyorsun. 
-Bergüzar Korel için ne diyeceksiniz? 
Bergüzar da iyi. ‘Karadayı’da giderek iyileşiyor. Ama daha zor kalıptan çıkması gibi. Beren’in hamuru daha çabuk yoğruluyor. Duru bir güzelliği var. 
-Serenay Sarıkaya? 
Daha yolun çok başında. Allah güzellik vermiş. Ama onun da biraz daha rol oynayıp kendini kanıtlaması lazım. Oyunculuk üzerine daha ders alması lazım. 
-Bu saydığınız bütün isimler star mı? 
Valla onu reklam verenler düşünsün, star mı yoksa değil mi diye. Bence Kıvanç star, Kenan star, Beren star, Halit Ergenç star. Neden? Onların üstüne dizi düşünülüyor ve yapılıyor. Fakat ben asıl starın, prodüksiyon ve senaryo olduğunu düşünüyorum. Gerçekten konu, senaryo, prodüksiyon iyiyse, yani yemeğin tuzu, yağı yerindeyse güzel de servis ediliyorsa zaten alıp başını gidiyor. 
-Genç oyuncuların üstünde uyuşturucu belası var, bu konuda ne düşünüyorsunuz? 
Hayatta en korktuğum, en inanamadığım şeydir, ben nasıl büyüttüm çocuklarımı o kötü alışkanlıkları edinmeden, çok şükür. Allah bizden uzak tutsun. Ve inanamıyorum ünlü gençlerin uyuşturucunun pençesine nasıl düştüğüne. Bence arkadaş çevresi yüzünden oluyor bütün bunlar. Arkadaşlarını iyi seçmeliler. Eğer zayıf karakterliysen onun suyuna kapılıp gidiyorsun. Çok kuvvetli karakterli olman lazım, bazı şeylere “Hayır!” diyebilmek için. Burada ailelere de çok iş düşüyor. Çocukları şahsiyetli yetiştirmek lazım. Bizim meslekte çok inişler çıkışlar var. Çok boşluk oluyor. Hele o şarkıcılar falan, bir kaset yapıyor, tutuyor tutmuyor yada bir oyuncu dizisi tutuyor tutmuyor, yüzden sanatçılar ani ruh değişiklikleri yaşıyorlar. Bence uyuşturucu içen ünlülerin karakter zayıflığı bu. 
-Şöhret insanı yalnızlaştırıyor mu? 
Evet, yalnızlaştırıyor. Bu şekilde uyuşturucuyu kendilerine dost ediniyorlar. Hayat insana herşeyi gösteriyor. Metin’in vefatında bu ev insanlarla dolup taştı. Hep içimden dedim ki “Bu insanlar bir gün sana gelmeyecek. Sen kendinle başbaşa kalacaksın. Nevra kendini hazırla. Nasıl tek başıma yaşayacağım?”... Metin çok seviliyormuş, evimiz hiç boş kalmadı. Her şey tahmin ettiğim gibi oldu, yalnız kaldım. Ama hiç sakinleştirici almadım. Bir tek içki bile içmedim. Bana dediler ki “Al bir sakinleştirici, kendine gel”... Onu almadığımda ne olacak, yine kendimle başbaşa kalmayacak mıyım? Ben ilk günden beri acımı doyasıya yaşadım. 
-Siz çok güçlü bir kadınsınız, bu her halinizden belli. Ben şunu merak ediyorum, hiç tek başınıza kaldığınızda duygularınıza yenilip hüngür hüngür ağladığınız oluyor mu? 
Çok. Hatta belli saatlerim var. Yani beynimi ona alıştırmışım. Akşamları “Ben şimdi biraz ağlayayım, rahatlayayım” diyorum ve hüngür hüngür ağlıyorum. Bir de araba kullanırken çok boşalırım. Kimse yok ya yanımda. Ağlamayı kendime yediremiyorum ama oluyor işte ne yapayım? Bazı yerler, bazı anılar benim çok içimi acıtıyor. Bodrum’daki evimizde çok kötü oldum mesela. Çünkü evin arkasındaki taşları Metin hep beyaza boyamıştı. Oraya gidince çok fena oldum. Şimdi bizim oturacağımız sokağa Metin Serezli Sokağı adı verecekler. Ağlıyorum sonra başka odaya geçiyorum, “Bu odayı temizlememiz gerek” diyorum. “Aahhhh Metin seninle şu balkonda ne güzel oturup dertleşirdik” diyorum ve yine ağlıyorum. Sonra “Eveeet, hayat geçiyor. Bu kadar.” deyip tekrar kendimi işe veriyorum. 
-Her gün ağlıyor musunuz? 
O kadar hesabını tutmadım. Biz Metin’le çok kavga ederdik. Ben ona derdim ki “Hadi kavga edelim” O da bana “Niye kız?” diye sorardı. “Çünkü kavgadan sonra birbirimizin gönlünü alıp öpüşüp koklaşıyoruz” derdim. Gülerdi. Sigarasına takardım, kavga ederdik. Tiyatro oynar gibi yapardık bunu. Biliyor musun, biz hiç küs kalmadık. 10 dakika sürerdi küslüğümüz. Sonra gidip birbirimizin gönlünü alırdık. 
-O size ne diye seslenirdi?
Bana ‘Nev’ derdi, bende ona ‘Met’ derdim. 
-Rüyanızda kocanızı görüyor musunuz?
Yok, görmüyorum. İstiyor muyum bilmiyorum, onu rüyamda görsem belki daha kötü olabilirim. Rüyamda görmüyorum ama Metin’le sık sık konuşuyorum.
-Nasıl yani, anlamadım!  
Yanlış anlamadın, “Metin’le konuşuyorum” dedim. Eve “Metooooo” diye giriyorum. Sonra salondaki koltuğuma oturuyorum başlıyorum konuşmaya. O gün ne yaptıysam yada o an ne hissediyorsam tek tek anlatıyorum ona. Evdeki yardımcı kadın beni öyle görüp, “Bu kadın delirdi” diyordur mutlaka. Böyle yapınca çok rahatlıyorum. Mezarının başına gidemiyorum, çok kötü oluyorum. 
-Haluk Bilginer “Vefat varsa perdenin kapanması gerekir” görüşünde, Levent Kırca’ya göreyse “Ölümde olsa sahneye çıkar oyunumu oynarım” diyor. Sizce hangi taraf haklı? 
Levent Kırca haklı. Yani ölümde olsa perde kapanmaz, kapanmamalı. Benim annem öldü, sahneye çıkıp iki perde komedi oynadım. Babam öldü, gittim İngilizce dublaj yaptım. Düşünün, cenazeden çıkıp dublaja gittim. Filiz Akın’ın bir filmiydi, bir taraftan gözyaşlarım akıyordu, bir taraftan konuşuyordum. 15 kişi orada iş yapıyordu, Erler Film’in işiydi, ben gidip dublajımı yaptım. Haluk Bilginer belki bunu kasılma olarak algıladı. Hayır, mecburiyetinden oynuyorsun. Annemin ölümünü Bursa yolunda öğrendim. Tayyare sineması full, ben artık “Annem öldü, yapamam” deyip o kadar insanı o kadar prodüksiyonu elimin tersiyle itemezdim. O hakkı kendimde görmedim. Ama ben oynarken öldüm öldüm dirildim, bana oldu zararı. Komedi oynadım. Hemde şaklabanlığın alasını yaptım. Hiç unutmuyorum gazetede haber çıkmıştı “Nevra Serezli annesinin öldüğü gün tiyatroda sahneye çıktı” diye. Ben bu durumu iş ahlakı olarak görüyorum. Bir vazife, bir iş olarak görüyorum. 
-Sizce sanatçılar topluma örnek olmalı mıdır? 
Bence sanatçı dediğin kişiler bir ömür boyu otokontrollü yaşamak zorundadır. Sanatçılığın öyle olduğuna inanıyorum. Bazen bununda tersini söylüyorlar. “Ne olacak canım, sanatçı deli doludur. İstediği gibi yaşar. Örnek olmak mecburiyeti yoktur” diyorlar. Hayır, vardır. Madem ki sen sanatçı olmanın avantajlarını, şöhreti, şanı, etrafta her yerde sevgiyle karşılanmayı ve parayı kabul ediyorsun o zaman belli bir kontrol içinde insanlara örnek olabilmeyi ve güzellikleri göstermekte mecbursun. Yani hem rahata kavuş, “Ben vururum, ben çalarım. Bana ne yaaa, sarhoşta gezerim, arabamı da patlatırım. Sana ne ya, ben sanatçıyım, ben yaratıcıyım” gibi bir ruh haline girmelerini katiyetle reddediyorum. 
-Oyuncular, sanatçı değil midir?

Yooo, zaten başkası sana yardımcı olmazsa alt yapını vermezse nereden yaratıyoruz biz? Bizim elimize senaryo ya da teks gelmezse ne yaratıyorum? Ressamsın anlarım, hayalindeki bir dünyayı tuale vuruyorsun. Ama oyuncuların öyle bir durumları yok ki. Bir Sezen Aksu baştan sona söze yazıyorsun, birde besteliyorsun, yaratıcı, evet. Biz oyuncular yaratıcı değiliz ki. Bize verilen işleri en iyi şekilde yapmaya çalışan kendi birikimlerimizi, kendi kabiliyetlerimizi, kendi bakış açımızı üstüne ekleyip ortaya insanların beğeneceği bir şey çıkarıyoruz. Ancak yazarsan o zaman yaratmış oluyorsun. Heykeltraş yaratıyor sıfırdan. Ben sıfırdan yaratmıyorum. Garip bir şekilde ne kadar büyük oyuncu varsa sorun, bana hep şu teklif gelmiştir gençliğimden şu yaşıma kadar “Şöyle bir olay var, kalkıp sunuculuk yapar mısınız?” demişlerdir. Ben de onlara “Evet, yaparım belli bir teksiniz var mı, bana yazarsınız, bende onu en iyi Türkçemle, en iyi ses tonumla, en iyi vücut dilimle anlatırım” diye cevap veririm. Hemen arkasından onlar da “Yok siz bildiğiniz gibi konuşacaksınız” derler. Aaaa, o yok işte, yani Danie Cale’nın bile 15 tane senaryo teksini yazan insan varmış. “Ben geçen gün yolda gidiyordum, karşıma ördek çıktı.” gibi konuşmak yok. Belki Orhan Boran yapıyordu bunu. 
-Ali Poyrazoğlu nasıl peki? 
O bir derya, bunu yapabilir. Çünkü çok okuyor. Bende okuyorum ama okuduğumun yarısını unuturum. Ali hiçbir şeyi unutmuyor. 

NEVRA SEREZLİ İLE İLGİLİ BU HABERLEREDE TIKLAYABİLİRSİNİZ...

http://www.pabucumunstari.com/haber/2327/son-dakika-duayen-tiyatrocu-metin-serezli-hayatini-kaybetti.aspx

http://www.pabucumunstari.com/haber/2042/arda-turan-demet-akbag-benim-annem.asp

http://www.magazinduayeni.com/haber/6080/metin-serezli-ardindan-toren-istemedi.aspx

http://www.magazinduayeni.com/haber/6476/didismelerimizi-cok-ozluyorum.aspx
YORUM YAP
YORUMLAR