MÜSLÜM GÜRSES'İN KARISI ŞEBNEM ÖZCAN'A AÇIKLADI: PARAMIZI BAŞKALARI YEDİ!

EŞİNİN VEFATINDAN SONRA HİÇ BİD GAZETECİYLE KONUŞMAYAN, MUHTEREM NUR,YAŞADIĞI HER ŞEYİ SADECE ŞEBNEM ÖZCAN'A ANLATTI. MÜSLÜM GÜRSES'İN 30 YILLIK EŞİYLE YAPILAN BU İLGİNÇ RÖPORTAJ BİR TIK ÖTEDE.

 RÖPORTAJ: ŞEBNEM ÖZCAN
Sinemada 180 filmde oynayan Muhterem Nur, 1950’li, 60’lı ve 70’li yılların önemli bir oyuncusuydu. 1980’li yıllarda hayatına şarkıcı olarak devam eden sanatçı 30 yıllık eşi Müslüm Gürses’le de o dönemde tanışmıştı. Çok sevdiği eşini kısa zaman önce kaybeden Muhterem Nur’u Bakırköy Kartaltepe’de, Müslüm Baba ile birlikte oturduğu evlerinde ziyaret ettim. Hem başsağlığı diledim hem de her yönüyle Müslüm Baba’yı sordum. Sağolsun tüm acısına rağmen kırmadı, her soruma içtenlikle cevap verdi. Eşini anlatırken, kah birkaç damla gözyaşı akıttı, kah neşelendi kahkaha attı… Özellikle, tanıştıkları günleri anlatırken çok neşelendi. Allah ona sağlık ve sabır versin…Şebnem ÖZCAN

-23 Mart’ta hayat arkadaşınız Müslüm Gürses’i kaybettiniz. Aradan 21 gün geçti. Acınız çok taze. Şu anda onun arkasından ne hissediyorsunuz?

Yalnızlığımı hissediyorum. Çok yalnızım. Daha ziyade oturduğum bu ev o kadar boş geliyor ki bana… Bütün günlerim burada geçiyordu. Anadolu yakasında da bir evimiz var. Müslüm’le o evimizden buraya geldik. Ailem var Bakırköy’de, onlara yakın olmak için ekseriyetle burada oturuyorduk. Her şey çok garip; Müslüm’ün öleceğini hiç tahmin etmedim. Tahmin etmediğim bir anda kayboldu. 30’ıncı evlilik yılımızı kutlayacaktık. Bu sene dedik “Güzel bir şekilde kutlayalım”… Onun doğduğu güne getirecektik. Mayıs ayının 7’inde doğum günü vardı. İkisi bir arada çıkacaktı. İkisi bir arada kötü çıktı. 
-Ne yapacaktınız, bir planınız var mıydı?
Vardı. Yurt dışına çıkacaktık. Paris’e gidecektik, arkadaşlarımız vardı. Onların yanına gidecektik. Senede bir kez mutlaka oraya gidiyorduk. Senenin yarıdan çoğunu Avrupa’da geçiriyorduk. Bensiz gitmiyordu, ben de onsuz gitmiyordum. Bu seferki seyahati çok uzun… Kalıcı olacağı için gidemedim, götürmedi. Beni geride bıraktı. 
-Paris’te birlikte ne yapmayı severdiniz?
Geziyorduk arkadaşlarla. Eyfel kulesine (Eiffel) giderdik, Şanzelize’ye (Champs-Élysées) gidiyorduk, Senmişel’e (Saint Michael)e gidiyorduk. Paris’in her tarafını aşağı yukarı geziyorduk. Her yerde arkadaşımız vardı. Arada bir Müslüm’ün özel konseri oluyordu. Oradan kazandığımız parayı kendi zevkimiz için kullanıyorduk.  
-Merak ediyorum, sağlığınız nasıl?
Ben şeker hastasıyım, çok kötüyüm. 40’a düşüyor,  400’e çıkıyor. Emin olun bende üç tane hastalık var. Kalp kapakçıklarım kireçlenme yaptı, kalbim büyüyor. Üzüntüye gelemiyorum. Doktor bana diyor ki “Üzülmeyeceksin, sinirlenmeyeceksin, heyecanlanmayacaksın.” Ama bunların hepsi bende oldu. Şimdi rahatsızım. Hem şekerim, hem kalbim sıkıştırıyor. Bel fıtığım da var. 
-Günde kaç ilaç içiyorsunuz?

Günde 9 tane ilaç içiyorum. 
-Sakinleştirici de var mı?
Yok, onu kullanmıyorum. Onu hiç tercih etmedim. Belki kullansam bu kadar stresli, üzüntülü olmayacağım. Ama istemiyorum kendimi alıştırmak. 
-Sabahları nasıl uyanıyorsunuz?
Sabahları saat 6’da uyanıyorum. 8-9’a kadar uyuyamıyorum. 9’da bir dalıyorum, yardımcım kadın ona çeyrek kala kaldırıyor beni. Aslında çok erken kalkıp ilaçlarımı içmem lazım. Müslüm’den beri biraz gece oturuyorum, onu düşünüyorum. Geç vakite kadar oturuyorum. Geç yatarsam sabah erken oluyor. Uyanmak istiyorum. Onun mezarına gidiyorum. Orada vakit geçiriyorum. Yağmursuz havada her gün gidebiliyorum mezarlığa. Şimdi mezarı yapılacak da. 
-Mezar taşı daha konmadı değil mi?

Mezarın başına taş konuldu. Üstünde Müslüm Gürses diye yazıyor. 3-4 güne kadar havalar açılsın, mermerleri kesiliyor. İşlemi yapılıyor. Tek kişilik görünümde ama çift kişilik… Ufak bir daire gibi… İki katlı. Birbirimize çok yakın yatacağız. 
-Öyle konuşmayın, Allah size sağlık versin?
Allah sağlık versin demeyin sakın. Sağlık versin de acı çekmeden ne olacaksa olsun. Acı çekmek istemiyorum. Müslüm’e inşallah çok güzel bir mezar yaptırıyorum, sade ve güzel. 
-Mezarına gittiğiniz zaman eşinizle ne konuşuyorsunuz?
Onunla yalnız kaldığım zaman, beraberimdekilere yanımdan ayrılmalarını söylüyorum. “Beni neden bırakıp gittin?” diyorum. Hemen hemen her gece onu rüyamda görüyorum. Dün akşam yine gördüm. 
-Hayırdır inşallah nasıl gördünüz?

Kocaman boğaz denizi gibi bir deniz, karşıya geçeceğim… Karşısı kumlarla dolu bir çöl… Lodos varmış, deniz kabarıyor. Ben koşarken iskele sallanıyor. Orada bir kadın, bir erkek görüyorum. Onlara diyorum ki “Karşıya geçeceğim, geç kaldım eve ama siz beni bekleyin yavaş yavaş geçelim karşıya, beni bırakmayın” Yürüyorum iskelenin üzerinde. Yanımda da Nazan Ayas diye bir arkadaşım daha var sinemadan. Onunla beraberdik. Annesiyle birlikte oturuyorduk, diyorum ki “Ben gidiyorum eve, Müslüm yalnız”… Köprüden koşa koşa gidiyorum, köprü sallanıyor. “Eyvah” diyorum “Düşeceğim”… O sallandıkça düşmeyeyim diye korkuyorum. Ve geçtim karşıya. Kumların üzerinde yürüyorum “Eyvah” diyorum “Çöle mi geçtim ben”… Yanımdaki bir erkek ve bir kadın kayboluyor. Ben aniden havalanıyorum. Yukarıdan aşağıya bakıyorum. Üç tane küçük küçük köy görüyorum. “Oraya nasıl gideceğim” diyorum. Çocukluğumdan beri ben rüyalarımda hep uçarım. Uçarak gideyim diyorum, o anda bir uyandım. Yataktayım, ter içinde kalmışım. Sırtıma havlu koydum, tekrar daldım. O zaman da evimi gördüm, Müslüm’ü gördüm evde. Ama böyle bir ev değil, köy evi. Müslüm’e diyorum ki “Bak Nazan benimle gelmedi. Beni hiç düşünmedi. Çok korkularla geçtim o köprüden buraya geldim”… Baktım, ben konuşurken sağ tarafa dönmüş Nazan, sırtında siyah bir palto öne doğru dönmüş, uyuyor. Öyle derken beni kadın uyandırdı. Nazan’a bir şey oldu zannettim. Kahvaltıya oturdum, ona telefon açtım. Nazan meğerse çok kötü düşmüş, yüzü gözü paramparça olmuş. Bodrum’da oturuyor. Odun almaya inmiş aşağıya, odunların üstünden düşmüş kız, sanki araba kazası geçirmiş. “İyileşince geleceğim” dedi bana. Rüyam yine çıktı. Müslüm’ün öleceğini de rüyamda görmüştüm zaten. Ben bir rüya görürüm, ertesi gün mutlaka çıkar. Mesela sinemacı olsun, devlet adamı olsun, tanıdık biri olsun, onu rüyamda görüyorum ertesi gün gazetelere bir bakıyorum öldü. Hiçbir tanıdığı görmek istemiyorum. Ekrem Bora’da da öyle oldu. Ekrem Bora’yı da rüyamda gördüm, gülüyor bana. Sinema yıllarımızda ‘Muhterem’ demezdi “Murtoş” derdi. Rüyamda “Murtoş…” diyerek bir şeyler anlatıyor gülüyordu. Uyandım, kendi kendime “Ekrem’e bir şey olmasın” dedim, meğerse duydum ki ölmüş. Annemi gördüm, ailemden insanları gördüm, hepsi öldüler. Kimi rüyamda görsem ölüyor. Artık kimseyi rüyamda görmek istemiyorum. Alim değilim, geleceği gören biri değilim, ama artık ölümden bıktım. 
-Ölmeden evvel Müslüm Baba’yı rüyanızda görmüş müydünüz?
Kocamı da rüyamda şöyle gördüm; Yalova Vapur İskelesinin gişelere gelmeden bir meydanı var ya oradayım. Annem rahmetli duruyor sol tarafımda, bu tarafta da yüzünü görmediğim şahıslar yanımda. Beni tutuyorlar. “İşte Müslüm geliyor şimdi”… Annem benim kolumdan sıkı sıkı tutuyor. Karşıdan yüzlerini tam seçemediğim 4 kişi böyle bir tabutun kenarlarından tutmuşlar böyle geldiler, geldiler, önümde durdular. Müslüm böyle boylu boyunca yatıyor, yüzü açık, ayakları açık. Koltuk altlarından itibaren örtülmüş. Elleri göğsünün üstünde... Yüzüne baktım, öyle güzel sapsarı, “Ahhh” dedim “Hayatım, gittin beni niye yalnız bırakıyorsun.” Üzülüyorum, annem çekiyor beni. Bir kerecik öpeyim diyorum. Eğiliyorum öpüyorum. “Hakkım sana helal olsun” diyorum. “Beni de al yanına” diyorum. Ayaklarına baktım, sapsarı. Eli oynuyordu. Dedim “Eli oynuyor, götürmeyin onu, gömmeyin sakın”… Ama aldılar önümden götürdüler. Geçti gitti. Ertesi gün hastaneye gittiğimde menajeri bana dedi ki “Abla, girmesen iyi olur. Birkaç gün girme, dinlensin. Hem enfeksiyon kapar hem de üzülüyorsun”… Bende “Ben bugün Müslüm’ün yanına girmezsem ortalığı kaldırıp koparırım” dedim. İçeri girdiğim zaman doğru yatağa doğru gittim. Yanına yaklaştığım zaman iki tane açık göz gördüm. Gözler tavana dikilmiş göz bebekleri büyümüş, siyah. Ama parlak değil, mat. Tavana bakıyor; doktora dedim ki “Erol Bey neden gözleri tavana bakıyor?”… Hemşire “Uyuyor” dedi. Erol Bey de dedi ki “Muhterem Hanım uyuyor” Müslüm sanki bir şeyden korkmuş gibiydi. “Benim kocam gözü açık mı uyuyor?” dedim. O görüntüsü aklıma geliyor, geceleri uyuyamıyorum. Doktor dedi ki “Biz, gözü kuruduğu için ilaç koyup gözünü kapatıyoruz. Açılmaması içinde bantlıyoruz” “Aaa” dedim “Beyin kumanda etmiyor mu” “İyileşecek, bir kere daha öyle olmuştu, iyileşti” dedi. Ben yanından ayrılırken ayaklarına dokundum, buz gibiydi ayacıkları. Hep onun ayaklarını tutuyordum. Tırnakları uzundu. “Ben kuaförümüzü getireyim, ilaçlayın, içeri girsin bu tırnakları kessin. Çünkü hayatında hiç sevmediği şey onun tırnaktı. Ben bile tırnaklarımı uzatamıyordum. Yanında çalışanlar da uzatamazdı. Çok titiz bir adamdı. Ertesi gün menajeri “Gelme, moralin bozuluyor. Üzülüyorsun” dedi. Perşembe günü tekrar gittim. Dedim ki “İçeri gireceğim”… Gittiğim zaman akciğer aleti vardı, o akciğer aletiyle nefes alıyordu. Gittim gözleri kapalıydı. Yanına sokuldum. “Müslüm” dedim, ben ona seslendiğim zaman bana hissettirirdi. Gözü içinden oynardı. Nefesini anlıyordum. Ağzını açıyordu. Onun öleceğini bilseydim. Ne boğazını deltirdirdim ne de o kadar çok eziyet çektirirdim. Onu alıp eve getirirdim. Evinde ölseydi keşke. Burnuna bir boru sokmuşlar, serum iğnesi… İçeri girdiğimde uyuyordum. Ellerini tuttum soğuk, ayakları da öyle buz gibi… Ayaklarında bir morarma gördüm. “Bu morarmalar niye?” diye sordum. “Kan gitmiyor” dediler… Bazı eksiklikler gördüm. Kendi kendime söz verdim. Belki bir yanlış konuşmam olur. Ters bir şey olur. Hastane konusunu da kapatıyorum. Öldü, huzur içinde yatsın istiyorum. 4 ay işkence onun için… O işkenceden sonra huzur içinde yatsın. Fazla bir şey kurcalamak istemiyorum. 
-Bir sürü insan da onun ölüm sebebine şüpheyle yaklaştı. “Hastane hatası mıydı? Yoğun bakımda kaptığı mikroptan mı öldü? Eğer öyleyse neden Müslüm Gürses’e otopsi yapılmadı?
Herkese hemşirelere, bilhassa hastane sahibine teşekkür ederim. Turgut Bey bir numaralı bir insan, Turgut Bey gibi hastane sahibi olamaz, bütün doktorlara da teşekkür ediyorum. Yanlış bir şey varsa Cenab-ı Hakkın mahkemesinde cevap versinler. Kocama otopsi yaptırmam. Kesinlikle istemedim ve istemiyorum da… Müslüm Gürses’in mezarı açılmayacak, açtırtmam. Neden açtırtayım? 
-Hastane sahibi Turgut Bey başından beri “Siz bizim misafirimizsiniz” dedi, değil mi?
Bizden bir kuruş bile para almadılar. Turgut Bey, evet, öyle söylemişti. Dünya iyisi bir insan... Anlatamam yani iyiliğini. Sonra sayın Başbakan geldi, “Misafirimiz. Ona iyi davranın. Sevdiğimiz bir insandır” dedi. Turgut Bey Başbakan’ımızla çok yakın arkadaşmış. Arada Turgut Bey var, onun hastanesi… Ben yalnız bir kadınım o kadar. Herkes her şeyi söyleyebilir. 
-Olan bitenle başa çıkacak gücünüz yok mu?
Başa çıkmak istemiyorum ki. Başa kim çıkmaz, karınca bile hakkını arar. Ama bana ait olan bir parça var, yerin altında yatıyor. Allah huzur içinde yatırsın. Ben hastaneyle uğraşmak istemiyorum. Hepsi iyi davrandı. Bilhassa hasta bakıcı kızlar, hemşireler bunlar son derece enerji sarf ettiler Müslüm için… Bütün güçlerini kullandılar. Kendi ağabeyleri, kendi babaları gibi ona baktılar. Onlara sonsuz teşekkür ediyorum. 
-Müslüm Gürses’in akrabaları bir takım iddialarda bulundu. Mezarının açılmasını istiyorlar?
Bugüne kadar akraba diye kimse yoktu, şimdi niye ukalalık ediyorlar? Medya maymunu gibi… 
-Ne peşinde onlar?

Onların ne peşinde olduğunu ne bileyim? Bana dediler ki, “Sen bizden yana mısın hastaneden yana mısın?”
-Kim dedi bunu?

Üvey amcasının kızının çocukları… 3-4 kişi. Var akrabaları ama anne akrabaları, onlar sessiz ve sakin insanlar. Öyle bir şeyi düşünmüyorlar bile. Bunların amacı sansasyon yaratmak. Yani kendilerine bir reklam, gazetede, televizyonda boy gösterisi yapacaklar, bir defada bunlar para istemişlerdi, verilmedi diye Müslüm’e şantaj yaptılar, tehdit ettiler. 8 sene evvel oldu bu. birisi zaten hapisten yeni çıktı. Onların mezarı açtırtmaya yetkileri yok. 
-Müslüm Ağabeyin mirası sizden başka kime kaldı?
Onun benden başka hiç kimsesi yok. 
-O akrabalara bir şey düşmez değil mi?
Onlara ne düşebilir ki? Üvey amcasının çocukları. Bir de babalarının soyadlarını taşıyorlar, kendi soyadlarını… Eğer benden başka Cenab-ı Hak ona akraba, kardeş anne baba bıraksaydı ben ne yapacağım ki şu ölümlü dünyada hiçbir şey istemiyorum. Ben kendime ait olanları alır, onlara ait olanları bırakırdım. Ama yok ki nerede? 
-Peki Müslüm Gürses size ne bıraktı?

Şimdi bakın uzaktan davulun sesi o kadar gür geliyor ki insanlar hep diyorlar ki “Sana yüklü miras kalmış. İyi servet kalmış” Bunu söyleyen de Türkiye’nin en zengin kişilerinden biriydi. Bugün telefonla konuştuk. “Neler kaldı? Yardımcı olalım” dedi bana. Zavallı, bu son çay reklamından 450 bin lira aldı. 50 bin lira aracıya gitti. Menajere gitti yüzde onundan fazla. İşi ayarlayan kişiye de gitti. Bize kalan 225 bin lira. 225 binin de bütün onların aldığı para da dahil olmak üzere 100 bin, bir de 108 bin lira borç vergi dairesine o da benim faturalarımdan, şunlardan, bunlardan 64 bin liraya indi o vergi. Ama tabii bütün param gitti. Ona göre ödemeler vardı, kredi kartı borçları da vardı onları ödedim. Yine, el elde baş başta… Böyle bir paramız falan kalmadı. Bizim paramızı arada olanlar yiyordu. Ben aptalım, kocam benden aptal çıktı. Para yedirmekte usta çıktık. 
-Neden böyle diyorsunuz?
Ama biz dedik ki karı koca “Biz güzel yaşıyor muyuz?”… Kendimize güzel bir dünya kurduk. Ne köşk, ne villa… Eğer isteseydik biz bugün villalar, köşkler, çiftlikler alırdık. Krediyle alır öderdik herkesin yaptığı gibi. Herkese de gösteriş yapardık, evimizi açardık, dolaplarımızı açardık, buyurun resimler çekin mutfakta salonda, oturma odasında, çalışma odasında. Hayır, biz kendimize bir dünya kurduk, o dünyada yaşayıp gidiyorduk. Şikayetimiz yoktu. Çünkü arkamızda çocuklarımız yok, miras bırakacak. Bu evden başka köşkte villada yaşayabilecek miydim? İki kişiyiz. Çocuklarımız var mı arkada miras bırakacak yok? Neden? Biz böyle yaşayalım. 
-Eviniz kaç metre kare?
190 metre kare… Bir de karşıda Anadolu yakasında bir evimiz var. 
-Başka gayrimenkul yok mu?

Yok, efendim. Bir arsam var Yeni Çiftlik’te. Müslüm’ün hiçbir şeyi yok... Biz ikimiz çalıştık. İkimizin parasıyla yaptık her şeyi. Ben daha çalışmayalı 15 sene oldu. 
-Konserlerden kazanılan parayı hiç biriktirmediniz mi?
Herkes konsere 30 bin liraya giderken, Müslüm 10 bin lira alıyordu.10 binin yüzde onu menajer tarafından alındı, kaldı 9 bin lira. 9 bin lira paranın vergisini ayırıyorsun, kullanacağın parayı ayırıyorsun, nasıl kalabilir? Herkes 30 bin liraya gidiyordu, Müslüm 10 bin liraya gidiyordu yani. 
-Neden Müslüm Ağabey 30 bin liraya gidebileceği konsere 10 bin liraya gidiyordu? 
Biz şikayetçi değildik. Ne yapacağız o kadar parayı? Az az ama kazanıyorduk, kimseye muhtaç olmadan yiyorduk. 
-Size borç bıraktı mı?
Yok, borç bırakmadı. Borcumuz yok. Ama el elde baş başta… Allah’a bir can borcumuz var. 
-Peki Muhterem Hanım’cığım nasıl geçineceksiniz bundan sonra?
Bundan sonra 3 bin lira gelirimle geçineceğim. Emeklilik maaşım var,  bir de Müslüm’den alacağım o parayla geçineceğim. Emekli maaşlarımın toplamı 3 bin lira. MÜYOBİR’den de şarkıları çalındıkca paramız geliyor. Kira yok. Kirayı düşünmüyorum. Rahatsız olduğum halde çalışarak para kazanıp bir ev aldımsa onu da başkası otursun diye kiraya vermem. Çünkü günün birinde başım darda olursa, onu satabilecek durumda olmalıyım. Bunun dışında kendi yaşıma göre bir reklam filmi yaparım, oradan da para kazanırım. Sinemaya girip oynarım demiyorum, öyle bir iddiam yok ama kendi çapımda her yaşlı kadının reklama çıktığı gibi çıkarım. 
-Siz Muhterem Nur’sunuz neden olmasın canım?
Artık Müslüm’ün karısıyım. Onun eşi olarak anılıyorum. Muhterem Nur çoktan öldü. 
-Müslüm Baba yaşarken düşünür müydü, “Ben olmazsam sen nasıl geçinirsin?” diye?
Hayır, ben düşünüyordum. “Ben bir gün gidersem Müslüm kendini nasıl idare edeceksin? Bu yamyamlar seni paramparça yapar” diyordum. O da gülüyordu bana. 2-3 kişinin ismini vermiştim ona, “Sakın onlara inanma bunlar senin derini yüzer” diyordum. İsim vermiyorum, onlar kendini bilir. O da diyordu “Merak etme sen”… Çok saf bir insandı, bebek gibiydi. Her şeye inanıyordu. Biz ikimiz de öyleyiz zaten. Bu evde oturmamın sebebi, burası Müslüm için güzel bir yerdi. Yalnız kalırsa bu ev tam ona göreydi. Şu gördüğünüz sokakta, manavı bakkalı, kasabı, metrosu, şusu busu her şeyi var. Tek başına kalır, kendi mesleği de var, talebeleri de var, ders verirdi. Çok güzel enstrümanlar çalıyordu. Onları, lösemili çocuklar için açık artırmayla sattırıp parasını onlara vereceğim. 
-Müslüm Gürses adına bir müze açsanız?
Bir belediyeyle el ele verip Müslüm Gürses müzesi açmak isterim. Kendim açarsam, ben öldükten sonra orayı darmadağın ederler çünkü. Belediyeyle beraber çalışıp müze açabiliriz, ne güzel olur. Öyle olmazsa lösemili çocuklar yararına her şeyini açık artırmayla satıp bir kuruşuna dokunmadan oraya bırakırım. 
-Neleri var?

Enstrümanları var, sahne kıyafetleri var, günlük kıyafetleri, smokinleri, aksesuarları, notaları hepsi burada duruyor. 
-!!!

Ben bugün varım ama yarın benim acı haberimi alabilirsiniz. O da belli olmaz. Bir bakarsınız akşam yatmışım uykumun içinde şeker komasından gidebilirim. 40’a iniyor şekerim, 400’e çıkıyor, sinirsel, üzülünce de öyle oluyor. Ben uyandığım zaman yatağımın içersi sular içinde kalıyor. Ben şeker komasına giriyorum, çıkıyorum. Neden? Ömür bitmemiş, birazcık daha yaşıyorum. Ölümle yaşam arasında gidip geliyorum. Ölümden artık hiç korkmuyorum. Eskiden “Ben ölürsem Müslüm kalacak. Ahh ölmeyeyim Allah’ım, biraz daha ona bir şeyler vereyim. O bensiz kaldığı zaman belki karşıdaki evi kiraya verip o evden para kazanırdı. Maaşı vardı, benim maaşım da ona kalırdı. O geçinirdi. 10 tane talebesi olsa o erkekti geçinirdi benim gibi değil. 
-Peki şimdi birlikte 30 yıl öncesine gitsek, merak ediyorum Muhterem Nur, Müslüm Gürses’le nasıl tanıştı?
Hiç ayrıl
mayı düşünmedik. Hiç kavga etmedik. 30 sene birbirimizden bir kere koptuk; o da Avustralya’ya gittiğinde. 8 gece ondan ayrı kaldım. Onun dışında hep beraberdik. Müslüm’le tanışmamız çok komik oldu. 
-Neden?

Müslüm’ü ilk tanıdığım zaman 16 yaşındaydı. Ben bir gazinoda çalışıyordum. Daha askere gitmemişti. Müslüm çok küçük yaşta sahneye çıktı. Adana’da bir çay bahçesinde program yapıyorduk, grup olarak gidiyorduk. Oraya gittik, orada müsabaka yapılıyordu. Bu çocuk, 13-14 yaşında oraya getirdiler bunu, orada birincilik kazandı. 16-17 yaşındayken de karşıma çıktı. Boyu bir uzun, kendisi değnek gibi zayıf bir insan… Bana dediler ki “Bu gece folklor olarak bu çocuk çıkacak”… “Bu çocuk mu, olmaz” dedim. O gece sahneye Müslüm’ü çıkardılar. Sesi gür bir çocuktu. Ondan sonra askere gidip dönmüş 23 yaşında. Bende ‘Zeytin Gözlüm’ü çeviriyordum. Oya Aydoğan’la birlikte. O zamanlar Oya Aydoğan’ın arkadaşıymış galiba. Oya Aydoğan’ın annesi falan oturduk, çekilen sahneleri seyrediyorduk. Annesi bana dedi ki “Aman benim kız çok aptal. Yardım et Müslüm’le arkadaşlık etmesin” “Aaaa ben böyle bir şeyi söyleyebilir miyim?” dedim. Biz setteyken Müslüm oraya Oya’yı görmeye geldi. Malatya’da ‘Kernek’ diye bir aile çay bahçesi vardı. Sene 1982. Büyük bir bahçe…  Organizatör beni çağırdı, “Biz seni kadroda görmek istiyoruz.” Kadroda Müslüm Gürses vardı. Baktım çok fazla iltifat ediyorlar Müslüm’e. Patronun odasında oturuyor. Benimle beraber olan şantöz Müslüm’le arkadaşlık etmek için gelmiş. Bende Müslüm’ün bu kadar meşhur ve sevilen biri olduğunu bilmiyorum. Ben dedim ki “Ben çıkacağım, benden sonra kimseyi çıkartmıyorum” Patron da diyor ki “Siz Müslüm’den sonra çıkmayın, Müslüm’den önce çıkın sahneye. Sonra oturun istirahat edin”… Ben, “Kim ki o?” diyorum, “Benden sonra çıkacak”… Patron “Ondan evvel çıkacaksın” dedi. Ben paradan olamam tabii, ”Peki” dedim. Kabul ettim, çıktım. Bahçe tıklım tıklım. Merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Müslüm sahneye bir çıktı, bir gürültü koptu. Ortada bir havuz vardı, insanlar havuza atlamaya başladı. “Ne oluyor ya” dedim içimden. Ama ne olursa olsun onu madara edeceğim aşağı indim, o sahnedeyken bahçeden geçtim. Beni çok beğeniyorlar ya, niyetim o şarkı söylerken kendimi alkışlatmak. Ama Allah’ın bir kulu bana bakmadı. Sadece bir tek aile, “Hayranız size, çok güzelsiniz” dedi. Otele gittim, hırsımdan oturup ağladım. Hiç kimse benimle ilgilenmedi. Şarkı yüzünden aramızda gerginlik oldu. Bu şarkıyı söyleyeceksin, söylemeyeceksin. Bu kalktı bana bir tokat attı. O şarkının adı ‘Son Mektup’tu. Öyle olunca ben gittim, eşyaları topluyorum. Üzerime de yürüdü. Çok üzüldüm. “Özür dilemezse gazinodan ayrılıyorum” dedim. Tanıyanlar, “Asla özür dilemez” demişti. Ama ben kendi kendime hep diyorum ki “Özür dilese de ben gitmekten vazgeçsem”… Ertesi gün oldu, kadınlar hamamına gittim, hırsımı yendim, gururumu yendim, aileme bakıyorum o paraya da ihtiyacım var. Kendi kendime, “Benden özür dilemesi için ben ne yapayım?” dedim. Ben ağzıma sigara koymuş değilim. Merdivenin başındaki büyük odada o kalıyordu. Yanına çıktım, bir sigara istedim. Kendi kendine başını eğmiş bağlama çalıyor. Bana “geç otur” dedi. Oturdum, bu bağlamanın üzerinden kafasını kaldırdı. “Akşam kötü bir şey yaptıysam özür dilerim” dedi. Ben fırladım, “Benden özür diledi” dedim. Böylelikle arkadaşlığımız başladı.  Samimiyeti ve tevazusu o gün beni etkiledi
- Siz Müslüm Gürses’ten bir çocuğunuz olmasını istemediniz mi? 
Bir çocuğumuz olacaktı. Müslüm’ün bebeği 3.5 aylıkken karnımda öldü. Erkek çocuğuydu ölen. Yıl 1984’tü. Çünkü biz o senenin sonuna doğru evlendik. Ben zaten çocuğum olsun istemiyordum. Çünkü çalışan bir kadındım, iyi bir anne olamazdım. Onu nasıl büyütecektim? Ona nasıl bir terbiye verecektim? Sabah filme gidecektim, akşamları sahneye çıkacaktım. O çocuk nasıl yetişecekti?
-Müslüm Gürses, bu duruma üzülmedi mi?
Yok, hayır. O zaten çocuk sesi duymak bile istemiyordu. Bir de ben çocuk istemiyorum diye o da çocuk istemedi. Bazen çocukları gördü mü içi gidiyordu. Çocuklara bakıyor, seviyordu. Ama ben çocuk yapmadığım için, ben üzülmeyeyim diye hep sevmemiş gibi görünüyordu. Tabii ben yutmuyordum. Şimdi keşke ondan bir çocuğum olsaydı. 24 yaşında olacaktı. Böyle bir zamanda o delikanlıyla nasıl uğraşacaktım?
-Yanınızda bir yardımcı kadınınız var mı?
Var, benimle birlikte bir kadın kalıyor. 
-Işıkları açıyor musunuz gece yatarken?
40’ına kadar bu ışıkların birini yakıyorum. Mutfağımı yakıyorum. Evimi hiç karanlık bırakmıyorum. Ama kimse olmazsa bunları söndürüyorum. Hafif bir ışık var holde o yanıyor. 
-Bazıları, vefat olayı yeniyse ölen ruhun sevdiklerine göründüğünü söylerler; siz böyle bir durum yaşadınız mı?
Müslüm beni hiç ziyarete gelmedi. Keşke gelse ve onu hissetsem, başka ne isterim ki? Öyle bir şeyden korkmam. Şu anda gelse razıyım. 
-Cenaze günü, caminin avlusu, sokaklar adım atılamayacak haldeydi. Pencereler, çatılar insan doluydu. O ağır üzüntünün içinde bu tabloyu gördüğünüzde şaşırdınız mı?
Onun çok sevildiğine inanıyordum. Ama cenazesinde bu kadar çok insanın olacağını bilmiyordum. Şaşırdım. Neden? Çünkü biz hep evimizde oturan, sansasyonsuz yaşayan, insanların arasına karışmayan kişilerdik. Hiç ümit etmiyordum, öyle bir kalabalık olacağını. Mezarlığa gittiğim zaman daha gelmemişti. Mezarlığın kapısından mezara gidene kadar kalabalıktı. Araba gelince, bir saatte girdik içeriye. Mezarların aralarında bekliyorlardı? Orada çok hüzünlendim. Onun hayranlarının onu bu kadar sevdiklerini asla bilmiyordum. Onlara çok dua ediyorum. Müslüm Gürses, o ismi o hayranlarının sayesinde kazandı. O ismi bu kadar muhafaza ettiğini hiç düşünemedim. 
-Cenazesinde her kesimden insan vardı. Siyasetçiler, sanatçılar, Müslüm Gürses fanatikleri, iş adamları, üst kesimden insanlar, gelir düzeyi düşük insanlar? Peki birbirinden bu kadar alakasız insanın bir araya gelmesini nasıl açıklıyorsunuz?
Orada ben kendimi gördüm. Bir de kalabalığı gördüm. Bunaldım, sanatçı arkadaşlarımızın hepsi geldi, yanıma da geldiler. Sezen Aksu, Nükhet Duru, Ajda Pekkan daha bir sürü sanatçı oradaydı.Yok yoktu. Gelenlerin hepsine sonsuz teşekkür ediyorum. Bizi sevdiler mi saydılar mı sadece seven birbirine kenetlenmiş insanlar vardı o gün orada. Bir baktım kocamı uçuruyorlardı. Hayranları kapmış kaçırıyordu. Tabut el üstünde, yukarılarda gidiyordu. Ödüm koptu o tabut yere düşecek, Müslüm içinden dışarı fırlayacak diye. El üzerinde gidiyordu, bu nasıl bir sevgidir böyle?
- Müslüm Gürses’in hangi hali gözünüzün önüne geliyor? Hangi haliyle onu hatırlıyorsunuz?
İki haliyle hatırlıyorum. Her zaman gülen yüzü... Sevgi dolu bakışları… Kuaför saçımı yaparken ona bağırırdı “Güner biraz kenara çekil de Muhteremciğimin yüzünü göreyim” Evde ben nereye oturursam o da karşıma otururdu. Benim yüzümü görmek isterdi. Bir de gasil hanede son gördüğüm yüzü aklımdan gitmiyor. Halbuki ben onu hastanenin morgunda görmek istedim. Onu görecektim, onunla konuşacaktım, güzel yüzünden öpecektim. O beni duyacaktı. Bana dediler ki “Zincirlikuyu’ya götürüldü” Şaşırdım. Zincirlikuyu’ya neden götürülüyor? Saat 8 buçukta ölmüş bir insan saat 12’de kağıtlar imzaladık, onu hemen alıp göndermişler. Bari göndermeden evvel benim hatırımı sayıp bana deseydiler ki “Muhterem hanım aşağıya inin Müslüm Bey’i görün” demediler. Arka kapıdan çıkarmışlar acele Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki morga. Orası beni yıktı. Hayatım boyunca oradaki halini unutamıyorum. 
-Rahmetlinin bir vasiyeti var mıydı?

Yoktu. Ölümden korkmazdı. “Sen niye böyle düşünüyorsun? Ömrü biten öteki tarafa gidiyor” diyordu. 
-Allah gecinden versin sizin bir vasiyetiniz var mı?

Yok, benim hiçbir vasiyetim yok. Ne vasiyetim olabilir?
YORUM YAP
YORUMLAR