"HAYVANLAŞAN OYUNCULAR VAR!"

TİYATRONUN VE DİZİLERİN SEVİLEN İSMİ NİLGÜN BELGÜN GAZETECİ ŞEBNEM ÖZCAN'A ÇOK İLGİNÇ AÇIKLAMALAR YAPTI. BELGÜN, OYUNCULARIN ŞİZOFREN OLDUĞUNU BİLE SÖYLEDİ.

RÖPORTAJ: ŞEBNEM ÖZCAN
O tiyatro sahnelerinin ‘Amazon’ kadını… Tüm zorluklarına rağmen yaptığı işi hep zirvede götürüyor. Yüzlerce oyunda, 50’den fazla dizi ve sinema filminde rol aldı. Kimse onun kadar güzel Rum kadın tiplemesi yapamaz.. Yabancı Damat’ta 3 sezon oynadığı ‘Katina Hala’, ‘Akasya Durağı’nda 5 sezon canlandırdığı ‘Ellenie’ rolleriyle gönüllerde ayrı bir edindi. Tiyatronun ve setlerin komik kadını, bu sene mesleğinde 40’ıncı yılını kutluyor. Nilgün Belgin ile işini, meslektaşlarını ve hayatı konuştuk. 
Şebnem ÖZCAN…

-Siz aslında çok sakin ve durağan bir insanmışsınız. Tiyatrodan sonra dışadönük ve girişken biri olmuşsunuz öyle mi?
Evet, çok yırtık biri değildim. Bir ailenin tek kızıydım. Annem ve babamla gezen, kibar, efendi bir kızdım. Annem der ki “Sen tiyatrocu olduktan sonra bozuldun”. Tiyatrodan sonra daha girgin, daha girişken, dediğinin arkasında duran biri oldum. Yoksa öteki türlü çok pısırık olarak yetişecektim. Babam çok otoriter ve sert bir adamdı. Ben daha çok anneme çekmişim. Annem gibi güler yüzlüyüm. Babamın sert hali biraz beni sindirmişti açıkçası. Tiyatro benim kişiliğimi bulmama sebep oldu. 
-Gençliğinizde beğendiğiniz bir oyuncu var mıydı?
Sana belki tuhaf gelecek ama konservatuar yıllarında Metin Akpınar’a platonik aşıktım. Konservatuarda okuyan kızların yarısı Müşfik Kenter’e, yarısı da Metin Akpınar’a aşıktı. Ben de Metin Akpınar’a hayran olan kızlardandım. Allah tarafından Devekuşu Kabare’den teklif geldi, koşa koşa gittim ve onunla oynadım yıllarca. 
-Metin Akpınar’a hiç açılmadınız mı?
Bu benim tamamen genç kızlık hayalimdi. Çok yakışıklı ve hoş bir adamdı. O dönemde 30-35 yaşlarındaydı. Çok iyi oyuncuydu. İşinde çok ama çok başarılıydı. Ben erkekte başarıyı severim. Hala da öyle. Akıllı ve başarılı erkeğe aşık olurum. Biliyor musun yıllar sonra onu bir zamanlar sevdiğimi söylediğimde “Aşkolsun bu şimdi mi söylenir, o yıllarda söyleseydin ya. İcabına bakardık” dedi.  Karşılıklı kahkahalarla gülüştük. O da espri yaptı tabii. 
-Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Levent Kırca Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve Tiyatro İstanbul gibi topluluklarda oynadınız. Hangisinin patronu, bir tiyatro sahibi olarak çekilmez ve huysuzdu? 
Tiyatro sahibi olarak çekilmez ve huysuz olanı söylemem. İçlerinde böyle biri var ama söylemem. Hiç kimse için kötü laf söylemem. Hep iyi şeyleri söylerim. 
-Peki hangisi daha disiplinliydi? 
Haldun Bey bayağı disiplinliydi. Çok da kibardır. Bir şeye çok kızdığı zaman sesini yükseltmez bağırmaz kızdığı kişiye mektup yazardı. Haldun Bey’den mektup aldıysan yandın, demek ki bir şeyine kızmıştır. Sahnede güldün, bir şey oldu mektup yazar. Sözle kimseye kötü laf etmez, kızdığı oyuncusuna mektup yazar. 
-Size hiç mektup yazdı mı?
Allah’tan ben Haldun Dormen’den hiç mektup almadım. Bir tane bile mektubum yok. 10 sene birlikte çalıştık, demek ki bana hiç kızmadı. Mesela Mehmet Ali Erbil ondan mektup aldı. Sahnede gülmüş, o mektubu haketmiş yani. Ha ha hah... Mehmet Ali bana takılırdı, “Aayyy şekerim oyunda gülmeyelim, Haldun sonra mektup yazar” diye kıkırdardı. Aramızda espri konusu yapardık. 
-Oyuncu sahnede neler yaparsa Haldun Dormen mektup yazar? 
Sahnede gülünmeyecek. Oyuna geç kalınmayacak. Kuliste dolaşıp illüzyon bozulmayacak. Ciddi adamdır o. Sahnede gülmeyi filan sevmez. Sahnede oyunun zedelenmesini sevmez. Haklı da.  
-Levent Kırca, hükümete yakınlığıyla bilinen Ali Poyrazoğlu’na bu yüzden ‘Vatan haini’ demişti. İki oyuncuyu da iyi tanıyan biri olarak siz hangisine hakverdiniz? 
İkisine de bir şey diyemem. İkisi de dostlarım, arkadaşlarım ama politik olan vardır politik olmayan vardır. Ali Poyrazoğlu daha politiktir. Herkesin seçimleridir. Kimisi ortada olmayı sever, kimisi bir tarafı tutmayı sever. Yani insanlar değişik karakterlerde. Bence ikisinin kavgası da lüzumsuz. Ne gerek var ağız dalaşına girmeye. Koca koca adamlar ikiside. Birbirlerine “Sen öyle yaptın da, ben böyle yaptım” diyerek çocuk gibi kavga çıkartıyorlar. Ali konuşmuyor, Levent Kırca konuşuyor. 
-Ali Poyrazoğlu’nun dilinin kemiği yoktur. Çok da hazırcevaptır. Sizi de eleştirmişliği var mı? 
Ondan çok benim onu eleştirmişliğim var. Ben ona ağzıma geleni söylerim. Ali’yle konuşurken hiç çekinmeyen tek kadın benim. Ali en güzel rolünü ‘Şeytan’ı canlandırırken yapmıştır. Şeytan rolünü muhteşem oynadı. Çünkü şeytandır Ali zaten. Yeryüzüne inmiş bir şeytandır o. Şeytani fikirleri olan, çok zeki olan bir adam. Biz onunla senelerce çalıştık. Hala çalışıyoruz. Bütün sevgililer, kocalar gitti geride Ali Poyrazoğlu kaldı. Hah ha ha. 
-Sivridili bir gün başına iş açar mı?
Sivridilini çıkarmadan önce vardır onun bir hesapları. Ali lüzumsuz konuşmaz. Ali hiçbir şeyi laf olsun diye bilmeden yapmaz. Başına iş açmayacak şekilde yapar. Bilir yani nerede ne yapılmayacağını. 
-Ali Poyrazoğlu, Haldun Dormen, Levent Kırca, Kerem Alışık ve diğer özel tiyatro sahipleri nedense birbirlerinin yaptığı işleri beğenmez, hep eleştirir. Aralarındaki bu çekememezlik sizce neden? 
Halbuki ortada birbirlerini çekemeyecek  bir durum yok. Tiyatro zor bir meslek. Evet, birbirlerini övmüyorlar ama hangi sanatçı birbirini övüyor ki? Açıp da birbirini kutlayan, “Ayyy o rolü müthiş oynamıştın” diyen bir sanatçı yok ki. Bunun sebebi ne biliyor musun, sanatçılarda egolar yüksek. Sanatçılık egosantirik olan bir iş. Sanatçılar “Önce ben” der. “Ben olsam daha iyi oynardım” der, bu hep böyledir. 
-Sizde de ego yüksek mi? 
Hayır, bende tam tersi beğendiğim bir oyuncuya telefon açıp “Ne güzel oynamışsın” diyebilirim. Sevdiğim, beğendiğim bir işi söylüyorum. Zerrin Tekindor’un yolda boynuna atıldım. O sırada ‘Kuzey Güney’ de oynuyordu ve rolünü harika canlandırmıştı. Kadıncağız beni öyle görünce ne yapacağını şaşırdı. Ben bunu yapıyorum. Benim ‘Hep ben’ diye bir duygum yok. Ama herkes yapmıyor bunları. Ben işimi çok iyi yapmalıyım. Hırsım ve rekabetim kendimle. Ben hiç bir oyuncuyla rekabet içine girmem. Hep kendimle sorunlarım var. 
-Sizce oyunculuk seyirciyi inandırmak mıdır yoksa kandırmak mıdır? 
Kandırmak değildir, ‘miş gibi’ yapmaktır. Oynadığın rolün hakkını vermektir. Seyirci bilir, onu rol olarak oynadığını. Ve o rolü ne kadar canlı tutarsan, ne kadar role girersen o kadar inandırıcı olursun. Ama sahtekarlık yaparsan, kötü oynarsan, onu kandırmış olursun, sana da inanmaz zaten. İzleyici kötü oyuncudan anlar. Çünkü o karakterin içine giremez. Sahtekarlığı seyirci çabuk hisseder. Sahtekarlıkla bir arpa boyu yol gidemezsin. Tiyatroda sahici bir samimi olacaksın. 
-Sizin hiç oyunculukta sahtekarlık yaptığınız oldu mu? 
Benim kendi oyunculuğumda sahtekarlığım yok. Çok sahici oynuyorum. Bazı dizilerde rastlıyorum, oyunculukları çok sahte duruyor. İyi oyuncu her yerde iyi oynar. Tiyatroda da iyidir, dizide de, sinema filminde de. Örneğin Mehmet Aslantuğ o kadar iyi oynuyor ki dizide. Dizi tutar ama tutmaz beni o ilgilendirmez. Ama o oyunculuğun hakkını veriyor. Ben hakikaten onu izlerken Adnan Menderes varmış gibi hissediyorum. Onun yerine bir başkasını koy, olmaz zaten. 
-Size göre oyunculuk normal bir meslek mi? 
Oyuncular şizofrendir. Çünkü oyuncular şizofren olduğu zaman yaratıcı olurlar. Yani oyunculuk çok normal bir meslek değil. Düşün, bir oyuncu bir sürü karaktere giriyor. Bir sürü karaktere girmek zaten başlı başına bir şizofrenlik. Hep başka karakterleri canlandırmaktan kendin zor oluyorsun. Oyunculukta o karakteri giyersin, ondan sonra çıkartırsın asarsın oraya, kendin olarak devam edersin. Bunun etkisinde kalan oyuncu oyuncu değildir zaten. Canlandırdığın karakterin etkisi altında kalınmaz. Oyunculuğun kendi şizofrenik. Mesela benim sahnede içimden bir hayvan çıkıyor. Ne yaşarsam yaşayayım orada kaplana dönüyorum. Ölümler yaşıyorum, ayrılıklar yaşıyorum, üzüntüler yaşıyorum, kavgalar yaşıyorum oraya çıktığım zaman her şey bitiyor. Orada kaplan oluyorum. Artık o sahnede seyircimle ben varım. 
-Sahneye veya kamera karşısına geçtiğinde sizin gibi hayvanlaştığını gördüğünüz oyuncular var mı? 
Türkan Şoray mesela o da normal hayatta çok ürkek ve naif bir kadın ama kamera dendiği zaman öyle oluyor. Münir Özkul da kişilik olarak içe kapanık ve sakin biridir ama sahnede dev oluyor, hayvanlaşıyor, canavarlaşıyor. Sahne hayvanı olmak çok keyifli ve güzel bir şey. Tiyatroda Ali Poyrazoğlu öyledir. Haluk Bilginer de öyle. Bunlar rol yaparken bambaşka oluyor, içlerinden dev bir hayvan çıkıyor.
-Dizilerde hayvanlaşanlar var mı ?
Dizilerde ‘hayvanlaşanlar’ lafını kullanamayız. Ancak tiyatro ve sinema için kullanabiliriz. 
-Şöyle sorayım o zaman, dizilerde hangi oyuncuları beğeniyorsunuz?
Kıvanç Tatlıtuğ ve Kenan İmirzalıoğlu’nu çok beğeniyorum. Onlar, “mankenden oyuncu olur mu?” lafını tamamen çöpe attılar. Onlar sayesinde bu laf çöpe atıldı. Baksanıza mankenden oyuncu hem de ne olurmuş. İki tane çok yakışıklı adam, yakışıklıklarına sığınmadan oyunculuğa sığındılar. Yakışıklılık ikinci planda kaldı. Şimdi onların oyunculuğundan bahsediyoruz. Kadınlar için de aynı şey geçerli. ‘Güzel insan’ deyince güzellik önde. Sen ne yaparsan yap, insanlar sadece senin güzelliğinle ilgileniyorlar. Aslında güzellik dezavantaj. Sen ne kadar yakışıklı ve güzel olursan iki misli daha fazla çalışman lazım. Çünkü bunlar dezavantaj. “Yakışıklılığıma bakmayın, oyunculuğuma bakın” diyorsanız daha çok çalışman lazım. 
-Siz sahneye çıktığınızda önemli olan, seyircinin mutlu olması mıdır? 
Kesinlikle evet. Zaten onun için komedyenliği seçtim. 
-Peki siz mutsuzsanız dengeyi nasıl sağlarsınız? 
Sahnede kimse senin mutsuzluğunla ilgilenmez. Bir gün biz Ali Poyrazoğlu’nla sahneye çıkmadan evvel kavga ettik. En güzel rolü o gün oynamışız. İkimiz birden o gün çok iyiydik yani. Mutsuzsan ya da biriyle kavgalıysan falan daha çok hırslanıyorsun herhalde, daha güzel oynuyorsun. 
-Siz bu sektörde varolabilmek için nasıl mücadeleler verdiniz? 
Türkiye’de kadın komedyen olmanın çok zorlukları var. Daha çok erkeklere gülünür. Belden aşağı espriler erkeklere yakışır, onlar yapar eğlendirirler. Ama ben bunu yıktım. Çünkü, ‘Nilgün Belgün’le Komedi’ diye bir gösteri yapıyorum. Hem şarkımı söylüyorum, hem hayatımı anlatıyorum. Demek ki bir kadın tek başına gösteri yapabilirmiş. Baştan sona 2 saat gösteri yapıyorum. Ve ayakta alkışlanıyorum. 1200 kişiye oyun oynuyorum. Müthiş bir gösteri. Demek ki bir kadın da bunu yapabilir. Bunu ispat ettim. Çok zor şartlar altında çalıştım. Hiçbir zaman televizyonu vitrin olarak kullanmadım. Basamakları tek tek çıktım. Arkamda hiç kimse yoktu. Ne bir sevgilim oldu, ne bir kocam oldu, tek başına bu basamakları tırmandım. Mutluyum. Nilgün Belgün bir markaysa tek başına bunu yaratmaktan memnunum.
-İşinizle ilgili, hiç sizi ağlatan bir olay yaşadınız mı?  
Ben çok zor ağlarım. Ama çok üzüldüğüm olaylar yaşadım. Haksızlığa uğradım. Mesela lüzumsuz yere işten kovuldum. Suçum yoktu. Tiyatro yaptığım için diziden çıkarıldım. Yapımcı bana, “Ya tiyatro ya dizi?” dedi, bende seçimimi tiyatrodan yana yaptım. Tiyatroyu tercih ettim. Böyle de idealist bir kadınım. Turneye gidecektim. Yapımcı gitmememi istedi. Ben tiyatroyu mağdur edemedim, başrol oynuyordum. Halbuki parayı diziden kazanıyordum. Diziyi devam ettirdiğim taktirde tiyatroda herkesi mağdur edecektim, bunu göze alamadım. Paradan vazgeçtim, tiyatroyu seçtim. İyi ki tiyatroyu tercih etmişim. Diziler gelip geçici, kalıcı olan tiyatro. Öyle kemik bir tiyatro seyircim var ki nerede ne oynasam beni seyretmeye koşa koşa gelirler. O günden bugüne hep seyirci biriktirdim. Çok iyi seyircim var. Tiyatronun starıyım şu anda. Başka kimse kalmadı çünkü. Tiyatronun starı olabilmek kolay değil, en zoru başardım ben. Yoksa televizyonda meşhur olmak daha kolaydır. Çünkü her gece sizin evinizde. Ve de bedava izliyorsunuz. Tiyatroda ise adam kalkıyor o soğukta arabasına biniyor, para veriyor oyunu izliyor. Tiyatro izleyicisi kıymetli ve zor bir seyirci. Her şeyi beğenmezler. Bana “Şu dizideki kadın” dendiği zaman mutlu olmuyorum. Tiyatroyla tanınayım, bilineyim istiyorum. Dizilerden çok para kazandık ama şu anda tiyatro kariyerim daha önemli. 
-Sahnede espri yapmanın bir formülü var mı, Türkiye’de o işi en iyi yapan kişi kim? 
Sahnede espri yapmanın bir matematiği var. Espri satmak diye bir şey vardır, bunu zaten özel komedyenler bilir. O espiriyi satmak bir beceri ve profesyonellik gerektirir. Öyle, “ben espri yaptım, satıyorum” diye göstere göstere değil. Bunun kendi içinde bir matematiği var. O espriyi satamazsan eğer seyirci sana gülmez. Bunu Metin Serezli de çok iyi bilirdi mesela. Metin Serezli, Ali Poyrazoğlu, Müjdat Gezen, Levent Kırca, Nevra Serezli bunlar benim hocalarımdı. Bu matematiği onlardan öğrendim. Konservatuarda bu matematik öğretilmiyor. Bu matematik sahnedeki esnaflıkla da ilgili. 
-Çok muzipsiniz, çok gülüyorsunuz, çok güldürüyorsunuz. Peki ama sizin hiç hüzünlendiğiniz olmuyor mu? 
Çok oluyor olmaz mı; insanım sonuçta. Ama o hüzünlerimi dışarı göstermeye gerek yok, ben onu kendim hallederim. Bir şeye üzüldüm mü sinirlendim mi kendim hallederim. İnsanlara suratsız ve mutsuz halimi göstermem. 
-Yalnız yaşlanmaktan korkmuyor musunuz? 
Yalnız yaşlanmaktan değil de sadece birilerine muhtaç olmaktan korkuyorum. Zaten evli de olsaydım, Türkiye’de erkekler kadınlardan önce ölüyor. Yalan mı? Erkekler kadınlardan önce öteki tarafa gidiyor. Bak belirli bir yaşın üstündeki kadınlara; hep yalnızlar, kocaları ölmüş. Bu durumda milyonlarca yaşlı kadın var. Yaşlı kocalar yok, yaşlı kadınlar var. Erkekler kadın dırdırına dayanamıyor. Kadın daha güçlü bir varlık, doğurganlığından belli. Onun için erkek daha naif bir varlık. Sonuçta ne öğreniyoruz? Herkes yalnız kalıyor. Zaten ölürkende yalnız ölüyorsun. Hastanedesin. Kaç kişi ailesinin yanında ölüyor? Sonuçta öbür tarafa bir yalnızlıkla gidiyorsun. Ben birine muhtaç olmadan ölmek isterim. Ölümün de güzeli var. Mesela Zeki Müren ne güzel öldü?  Hayranlarının karşısında en sevdiği işi yaparken şarkı söylerken pat diye vefat etti. Böylesi bir ölüm ne güzel değil mi? Sürünmeden pat diye ölmek lazım. 
-Sizde tiyatro sahnesinde ölmek ister misiniz?  
Yok, orada ölüp de seyirciyi üzmek istemem. İnsanlar şok olurlar. Evimde kendi kendime ölsem daha iyi olur. Seyircime yazık, acırım. 
-Alımlı, bakımlı ve yaşını hiç göstermeyen bir kadınsınız. Böyle kalmak için uyguladığınız bir formül var mı? Mesela ne yer ne içersiniz? Sürekli diyette olan kadınlardan mısınız? 
Kahkaha atıp gülerek diri, alımlı ve güzel kalıyorum. Benim sırrım bu. Gülerek gençleşiyorum. Gülmeyi çok seviyorum. İnsanın yüzündeki kaslar güldükçe daha fazla çalışıyor ve bu da yüzünüzü dinç tutuyor. Yemek konusunda sevdiğim hiçbir şeyden kendimi mahrum etmem. Sürekli diyette olan kadınlardan değilim yani. Hep değil, ‘hiç diyette’ olan kadınım ben. Ama bir tek şeyi isterim, giydiğimin üstüme yakışmasını. Zaman zaman zayıflarım, zaman zaman kilo alırım.  Zayıfladığım zaman kendimi daha çok beğenirim. Kilo aldığım zaman “niye aldım” derim. Annem zayıf, ‘çırpı gibi’ kadınları hiç sevmezdi. Genç kızlığımda aşırı zayıftım. 40’ımdan sonra kilo aldım. Sıçan gibi bir kızdım. Şimdi memnunum halimden. Balık etli olmayı seviyorum. Kadın dediğin etli butlu olmalı. Ama bu şişman olmak değil. 
-Asuman Dabak’ın başına geleni duydunuz mu? Birileri kendisini 2.5 milyon TL dolandırmış. Asuman Hanım bu parayı çalışarak 20 yılda biriktirdiğini söylüyor. Orta kademedeki bir dizi oyuncusu sizce 20 yılda o kadar parayı biriktirebilir mi? 
Duydum. Ben biriktiremedim öyle bir para. Ben 40 yıllık oyuncuyum o kadar para biriktiremedim. Bir televizyon programı yaptım, o program sayesinde kendime bir ev alabildim. Ve o yıl vergi rekortmenleri listesine girdim. Ben vergi rekortmenliğinde 23’üncüydüm. Evime maliyeden teşekkür ve çiçekler geldi. Bunun için, tiyatrodan bu paraları kazanmak mümkün değil. Kadının belki özel parası vardır, belki miras kalmıştır. Ben biriktiremedim, o çok tutumluymuş demek ki. 
-Ferdi Tayfur ve Oya Başar da dolandırılmıştı. Siz sanatçılarda böyle saf bir durum mu var? 
Karşılarındaki kişiye güveniyorlar herhalde. Benim öyle bir güvenim yok. Ben kimseye güvenmem. Bu neden oluyor biliyor musun? “Şuraya şu kadar para vereyim, sonra onun iki katı para alayım” durumu var. Benim öyle para hırsım olmadığı için bu tip işlere girmem. Daha fazla para kazanayım gibi durumum yok. Benim bir evim oldu, arabam var babam rahmetli oldu, ondan bir-iki ev kaldı, daha ne uğraşacağım ‘Daha fazla para!’ diye. Ben ticarete girmem. Karşımdaki insanlara da güvenmem. Bir insan tanımak çok zor. İnsanları tanıdıkça şaşırmamayı öğreniyorsun zaten. Ben para pul işlerinde kimseye güvenmem.
YORUM YAP
YORUMLAR