FERDİ TAYFUR ŞEBNEM ÖZCAN'A KONUŞTU: KADINLARI HİÇ SIKINTIYA SOKMAM, ÜTÜ FİLAN DA İSTEMEM, KARNIM DOYSUN YETER!

ARABSK MÜZİĞİN ÜNLÜ İSMİ NOKTAYI KOYDU: BİR ADAMIN KARISI ÇOKSA, O ADAM İYİ BİR İNSANDIR. EVDE NE YEMEK ARARIM, NE SİNİRLENİRİM, NE TERS KONUŞURUM.

RÖPORTAJ: ŞEBNEM ÖZCAN
BUGÜN GAZETESİ


GİRİŞ:

O, Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay ile birlikte arabesk müziği milyonlara sevdiren isim. Yaklaşık 300 şarkıyla milyonlarca plak, kaset ve albüm satmış, altın plaklar kazanmış, oynadığı filmlerle gişe rekorları kırmış bir sanatçı… Ferdi Tayfur ile Adana’da aynı mahallede büyüdüğü, Müslüm Gürses’i, geçtiğimiz günlerde başına gelen ikinci dolandırıcılk olayını, hanımlarını, çocuklarını ve hayatı konuştuk. Şebnem ÖZCAN

-Allah rahmet eylesin Müslüm Gürses’i toprağa verdik. Siz onun hem meslektaşı hem arkadaşıydınız. Rahmetlinin arkasından ne demek istersiniz?
Allah rahmet eylesin. Müslüm Gürses gür sesti. Soyadını gerçekten iyi taşıyan bir adamdı. Gür sesi vardı onun, ama sessiz biriydi. Kimsenin etlisine, sütlüsüne karışmazdı. Onunla gençliğimizden, çocukluğumuzdan tanışırız. İkimiz de Adanalı’yız. Rahmetli babasını tanırım, ‘Antepli Mehmet’ derlerdi bizim oralarda. Babasıyla kağıt oynardık. Müslüm motosiklete çok binerdi. Bar bar bağırtırdı o motosikleti. Kimi erken gelir, geç gider, kimi geç gelir erken gider. 59 yaşında bir adamdı, orta yaşlı bir adamdı. 
- Cenazesine yaklaşık 5 kişinin katıldığı söyleniyor. İzdiham o kadar büyüktü ki imam, cenaze namazı kıldırmak için çok uğraştı. O gün sizde oradaydınız. Allah gecinden versin, naşınızın böyle kalabalıklar tarafından uğurlanmasını mı istersiniz yoksa ‘hayranlarım beni orada bari rahat bıraksın’ mı dersiniz?
Yok, hayranlarıma öyle bir şey söyleyemem. O onların bileceği iş… Ben istesem de istemesem de o günü tayin edemem. O gün için bir şey söyleyemem. Ancak bütün Müslüman aleminin duasını beklerim. Televizyonların ve radyoların spikerlerinin konuşmaları, yayınları insanları “Cenazeye gidelim” diye yönlendiriyor. Bizim hiçbir şeyimiz doğru gitmiyor, ne doğru sevebiliyoruz, ne doğru sevinebiliyoruz, ne doğru sevilebiliyoruz, ne doğru dinleyebiliyoruz. İlla birileri gösteriş yapacak. Müslüm’ün tabutunu kırdılar, mezarı çöktü, bilmem ne? Durun kardeşim ne oluyor ya? Camiye gittim, namazını kıldım baktım çok sıkışıyor, hop hemen kaydım. Mezarlığa gittim. Kalsam orada izdiham olacak. Yanıma Mustafa Topaloğlu geldi, Gökhan Güney geldi, dedim ki “Arkadaşlar ben burada duramam.” Çember daralıyor, herkesin elinde bir telefon fotoğrafımı çekiyorlar. Dedim ki “Kusura bakmayın arkadaşlar şöyle kenara geçeceğim”… Yana geçtim, haydaaaa ellerinde telefonlarla çevremi sardılar. Adamlar mezara sanatçı görmeye gelmişler. İnan bana oradan da kaçtım. Gitmek zorunda kaldım. İnsanlar çok anlayışsız, halbuki her şeyin bir dozu var değil mi? Dua edersin, ‘helal ettik’ diye bağırırsın ama onu yapmaya imkan bırakmadılar ki? Müslüm Gürses’in mezarına toprak atmama imkan bırakmadılar. Toprağı çiğneye çiğneye kayaya döndü toprak. Mezarı çökerttiler. Benden sonra o toprağı gevşetmek için kazmalarla kazmışlar. 
-Doğruyu söyleyin bana şöyle bir mukayese yaptınız mı, “Bu benim cenazem olabilirdi, onun yerine şu anda ben olabilirdim” diye… 
Olabilirdi, niye olmasın?  Tabii, o benim cenazem de olabilirdi. Bu dünyaya kazık çakmaya gelmedik ya… Bu dünyaya geldik, gördük, yaşadık gideceğiz kim ne derse desin gideceğiz. Ana rahmine düştükten sonra zaten ölüme yola çıkıyorsun. Ne yaparsan yap, önemli olan ana rahmine düşmeyeceksin. Çünkü bir canlı o, bitti. Ölüm dünyanın kanunu… 
-Ölümden korkmuyor musunuz?

Niye korkayım canım, bu sefer ruhum sarsılır. Bu defa da onla mı cebelleşeyim yani? 
-Sizin cenazenizi nasıl kaldırsınlar?
Benim cenazemi kaldırmasınlar. Benim cenazemi belediye kaldırsın. Bana dua etsinler yeter. 
-Müslüm Baba’nın tabutuna Türk bayrağı sarılması gerekmez miydi?
Devlet sanatçısı olduğun zaman Türk bayrağı sarılıyor herhalde. Biz devlet sanatçılığını yemişiz de yani? Ama öyle koymuşlar kuralı. Halka mal olmuş bir sanatçıyı Türk bayrağına sarmaları lazımdı. Bizim bu vatana yapmış olduğumuz müzikler olsun, filmler olsun, her adam yapsın da görelim yaaa? Benim 300 küsur şarkım var, 40’a yakın sinema filmim var. Yönetmenlik hariç, yönetmenliğim de var, kitaplarım da var. Çok şeyler yapmışız. Sahne rekorlarım var, sinema rekorlarım var.  ‘Çeşme’ ‘Derbeder’, ‘Batan Güneş’ filmlerim 13 kopyayla çıktı. Bu üç filmin tirajı 13 milyon… Bugün 250, 300 kopya ile çıkıyor filmler, kaçı 5 milyon gişe yapmış? 
-Müslüm Gürses yıllarca çok çalıştı, katıldığı televizyon programlarından para kazanıyordu, yoğun bir sahne hayatı vardı, oynadığı reklamlardan da para kazandı. Hastane parasını Başbakan’ın vermesi doğru mu sizce?
Rahmetli çok para kazanmıyordu. Hem o parayı Başbakan vermezse kim verecek ki? Kazansa da kazanmasa da iki kişilik aile bunlar ya… Muhterem Nur da genç kadın değil ki işte çalışsın, para kazansın. Yok  ne yapsın? Reklamcıları bilmiyor musun çok küçük paralara çalıştırırlar. Müslüm, çok işe giderdi ama az az kazanırdı. 
-Siz Müslüm Gürses’e mi yoksa Orhan Gencebay’a mı daha yakınsınız?
Hepimiz birbirimize aynı mesafedeyiz. Nerede gördük, öpüşürüz, hal hatır sorar sonra kayboluruz. Derin muhabbet yok. Öyle bir şey yok. Ama Müslüm’le daha bir yakındım, daha bir “ha, ha, hi” yapardık. Orhan Ağabey ağabeyimiz, Allah selamet versin kendi başına bir insandır. 
-Eşi Muhterem Nur cenazede perişan haldeydi. Müslüm Gürses ve Muhterem Nur’un arasında büyük bir aşk vardı. Bu manzarayı görünce keşke beni de bu kadar çok seven arkamda bir kadınım olsaydı dediniz mi? Gerçi sizin 3 tane hanımınız var!
Bak ben sana bir şey söyleyeyim mi bir adamın karısı çoksa o adam çok iyi bir insandır. İyi olmasa hiç bir kadın yanında durmaz, hiçbir kadın onu çekmez. Bunu böyle bil yani. Ben kimle ilişki yaşadıysam yapıştı bana. Neden? Evde ne yemek ararım, ne başka bir şey, ne sinirlenirim, ne ters konuşurum. Çok sakin bir adamım, karnım doysun yeter. 
-Yengelerden hiç özel bir talebiniz olmaz mıydı?
Yok, kadınları hiç sıkıntıya sokmam. Ütü falan da istemem. Dedim ya karnım doysun yeter.
-Ferdi Tayfur’un en büyük aşkı kim? 30 yıl beraber yaşayıp ayrıldığı Necla Nazır mı? Nikahlı karısı Zeliha Turan Bayburt mu yoksa oğlu Taha’nın annesi Habibe Ümyani Demir mi?
Hepsi iyi insanlar… Ben iyiyim ya hepsi de iyi insanlar. İyiliği de güzelliği de çirkinliği de kendinde arayacaksın. Sen iyiysen karşındaki de iyi olur. 
-Hepsinin gönlünüzde yeri ayrı o zaman?

Gidin onlara da sorun, benim hakkımda bir şey söyleyemezler. Katiyen bir şey söyleyemezler. Necla Hanım ilk ayrıldığımızda bir öfke yaptı ama sonra bana mesaj attı ve “Sen bunu hak eden bir adam değilsin. Hakkını helal et bana” dedi. Hakikaten ben öyle bir insan değilim. 
-Nasıl bir insan değilsiniz?
Öyle hırçın, kıran, yıkan yok bilmem ne yapan bir insan değilim. Söylediğim gibi otururum yemek getirirlerse yemek yerim, televizyonumu seyrederim sonra “Allah rahatlık versin” der, yatarım. 
-Peki, kadınlara karşı müşfik oluşunuz, asla şiddet uygulamamanız annenizle birlikte yalnız büyümüş olmanızdan mı kaynaklanıyor?
Evet, sebep o. Annemle yetişmem beni kadınlara karşı saygılı sevgili olmamı sağladı.  Kadına yapılan şiddete katiyen tahammül edemem. Çünkü ana o. O doğurmasaydı biz dünyaya gelmezdik. 
-Bu üç kadına da maddi anlamda destek oluyor musunuz? Hala eliniz onların ve çocuklarınızın üstünde mi?
Her zaman... Çocuklarım falan iyiler Allah’a şükür, İngilizce öğretmeni oldular. Kocaları iş adamları… Hepsini ayrı ayrı evlendirdim. 
-En ufaklık Taha nasıl, müziğe ilgisi var mı? 
Çok zeki bir çocuk… Ona baktığın zaman sarılmak geçiyor içinden. Kanı çok tatlı, şirin bir çocuk... Şimdiden onu bir yola sokmuyorum, çok küçük. Ama ben 6 yaşlarında film yıldızı olacağım, şarkıcı olacağım diye tutturmuştum o ayrı… Annem bana “Oğlum bir film çekecek olursan bir şarkıcı olarak dalları tutarak şarkı söyle” derdi. Bana rol öğretirdi, hiç unutmam. O da kim bilir hangi filmden seyretti de etkilendi bana, “Dalları tutarak şarkı söyle” dedi. 
-Sizin hayatınızda şimdi hangisi var? Zeliha Turan Bayburt’la yaşadığınız söyleniyor, doğru mu bu?
Gerçek eşimle her zaman birlikte yaşamışımdır. Uzağımda da olsa yanımdadır, nikahlıyım ben onunla. O insanlar kendi yerlerinden memnunlar… 
-Orhan Gencebay kendi müziğinin arabesk olmadığını serbest çalışma yaptığını hatta bu tarza Gencebay tarzı da denilmesi gerektiğini söylüyor. Peki sizin yaptığınız müziğin adı ne? Kendinizi arabeskçi olarak kabul ediyor musunuz?
Evet, ben Türk arabeskçisiyim. Dünyanın bütün ülkelerinde arabesk vardır. Belki Orhan Ağabey oraları araştırmamıştır. Orhan ağabeyinin de çaldığı enstrümanlar Arap çağrışımıdır. Düm düm taka taka düm taka taka… Neyse o kendi daha iyi bilir de. Bütün ülkelerinin kendilerine göre arabeskleri vardır. Zencilerin Amerika’da yaptığı Soul müzik de bir arabesktir. Zencilerin arabeski… Devletin radyolarında televizyonlarında söylenmeyecek sözleri biz söylüyoruz, konulmayacak enstrümanı biz koyuyoruz. 
-TRT bir zamanlar yasaklamıştı arabeski değil mi?
Evet, arabesk müziğe ad konulmadan önce piyasa müziği deniliyordu. Sonra arabesk benimle birlikte ismini aldı. 
-Orhan Gencebay, Müslüm Gürses ve siz aynı tür müzik mi yapıyorsunuz?
Aşağı yukarı öyle... Benimki biraz daha köylümsüdür. Benimki biraz daha ozanımsıdır. O da rahmetli dayımdan gelen bir şey… Oğlan dayıya çeker derler ya dayım hak aşığıydı, bende ona çekmişim. Orhan ağabey yoksa derin bir adamdır.  
-Orhan Gencebay ile birbirinizi hiç rakip olarak görmediniz mi?
Benim tarzım başka, onun tarzı başka. Benim ki türkümsü, o orkestra, bilmem ne. 
-Fazıl Say gibi bazılarına göre ‘arabesk tu kaka müzik’, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fazıl Say da iyi bir müzisyen arkadaşımız ama bazen aşırıya kaçıyor. Bizde bu ülkenin insanlarıyız, biz de bu ülkede askerlik yaptık. Sahnelere çıktım, o benim çıkmış olduğum sahneye çıkamazdı. O kalabalığı da göremez hayatı boyunca. 200 bin kişiyi bir arada nereden görecek? Konuşurken insanların biraz dikkat etmesi lazım…  Biz böyle bir ülkenin insanlarıyız. İyi bir piyanist, iyi bir müzisyen olabilirsin ama biraz kendi ülkenin insanlarını tanımak için zaman ayır. Gez, dolaş, kahvelerde otur, insanlarını dinle. Ne yapıyorlar insanlar, nasıl sigara içiyor, nasıl öksürüyor, nasıl gülüyor, nasıl ağlıyorlar. Onları gözlemle. Halkını iyi tanı, ondan sonra konuş. Bizi hor görme. Bu toplumun insanlarını hor görme.  
-'Arabeski sevmek vatan hainliğidir' diyen Fazıl Say, arabesk sanatçısı Müslüm Gürses'in cenazesine çelenk gönderdi. Ne dersiniz Fazıl Say söylediklerinden pişman olmuş olabilir mi?
O da biliyor, yaptığı hatanın ne olduğunu. İnsanın ağzından kaçıyor bazen. Ok yaydan nasıl fırlarsa onun gibi o da galeyana geliyor. 
- Bu ülkede yaşayan bir star olmak omuzlarınıza büyük yük bindiriyor mu? Zaman zaman ilgiden, star olduğunuz için yapmak zorunda kaldığınız vazifelerden dolayı sıkılıp bunalarak, “Keşke fakir Ferdi olarak kalsaydım” diyor musunuz?
Evet. Sahtekarlar ve dolandırıcıları gördükçe kendi ismimden utanıyorum. Çünkü yapmam gereken şeyi yapamıyorum. Ben Ferdi Tayfur değilim, ben Ferdi Tayfur’un bekçisiyim. O ismin bekçisiyim ben, onu korumak zorundayım. Mesela siz niye mal alırsınız? Yaşlandığınız zaman o malınızı değerlendirmek istersiniz ve onunla geçinmek istersiniz değil mi? Ben de aynı şeyi yapıyorum, zamanında aldığım malı satmaya kalkınca dolandırılıyorum. İşte o zaman diyorum ki “Hay Allah” Yoksa Ferdi Tayfur olmak her babayiğidin harcı değil. Sen suratındaki etlerin tir tir titrediğini gördün mü, yaşadın mı? Ben yaşadım iki defa. 
-Neden Ferdi Bey?
 Bir kere İzmir Fuarı’ndaki  bir konserimde, bir de Gülhane Parkı’nda verdiğim konserde yaşadım. Seğirme derler ona. Bütün yüzün titriyor. Neden mi? Heyecandan… Düşünün İzmir Fuarı’na ilk çıkacağım 20 Ağustos gecesi, büyük bir uçak kalmış gibi büyük bir gürültü… Sahneye adım attığım an kalabalık tek yürek olmuş çılgınca bağırıyor. Muazzam bir olay….  Ve heyecandan ben tir tir titriyorum. 
-Kimler dolandırıyor sizi?
 22 tane tapu verdik Yalova’dan, bir fiyat biçtik. Kaba inşat… Senet karşılığı verdik. Parayı ödemiyor adam… 700 küsur milyar. Ödemezse gereğini yapacağız. 
-Kaç senet ödemedi şimdiye kadar?
Hiçbirini ödemedi. 
İsmin Ferdi Tayfur olmasa ne yaparsın? Gidersin ayağına bir tane sıkarsın, alacağını alırsın. Ama Ferdi Tayfur bunu yapamaz. 10 yaşındaki çocuk gelir bizi döver. Ha ha ha… Böyle bükersin boynunu. Çünkü sen Ferdi Tayfur’sun. Sinirlenemezsin. Sinirlen “Koskoca Ferdi Tayfur’a yakışıyor mu bu?” derler, ayıplarlar seni, hatta yuhalarlar. Ben insanlara inanmak zorundayım. “Üşüdüm ceketimi ver” deseler, ceketimi çıkarıp veririm. “Ulan ben donuyorum” demem. Böyle bir insanım ben yani. 
-Bu sizin başınıza gelen ikinci dolandırıcık olayı değil mi? 4-5 yıl önce okul yaptırmak istemiştiniz, yine birilerine dairelerinizi satıp parasını size versin diye vekalet verdiniz ama paranızı alamadınız.
Evet, diyorum ya hep beni buluyor bunlar, iyi niyetimden oluyor…
-Babanız, Beyköylü Cumali, toprağı olmayan, beş parasız ama yiğit mi yiğit bir köylüydü. Anneniz Şerife, genç yaşta dul kalan 4 çocuklu çilekeş bir kadındı. Siz henüz 6 yaşındayken babanızı kaybettiniz. Açlık ve sefalet yıllar yılı yakanızı bırakmadı. Şarkılarınızda olduğu gibi o yıllarda kaderinize de isyan ediyor muydunuz?
İsyanım babamın öldüren adamaydı. Bula bula bizi mi buldunuz? Evin direği gitti. Kim bilir ne kadar mutlu olacaktım. Babam bana “Bu çocuk göreceksiniz, paşa olacak” diyordu. “Gerekirse ceketimi bile satacağım, bu çocuğu okutup paşa yapacağım” diyordu. Keşke ölmeyeydi. Keşke bizim başımızda kalaydı. 
-Yarı aç yarı tok uyumak zorunda kaldığınız gecelerde, Allah’a el açıp“Bizi bu fukaralıktan kurtar” diye dua eder miydiniz?
Yok, ben fukaralıktan dolayı öyle dualar etmezdim. “Günahımı affet” diye dua ederdim. Allah-u Teala diyor ki “Çalış, ben sana akıl fikir verdim. Ben sana insanlık verdim. Kainatta en büyük hediyeyi sana verdim”… Bir iyi yol var, bir de kötü yol. O tercihi sen yaparsın. Yaradan nasıl kıyar bize? Biz onun en büyük eserleriyiz. Ne yaparsak kendimiz yapıyoruz. Zenginliğe gelince ben dağ başında yatayım “Allah bana mal mülk verir” Yok ya… Olmaz öyle bir şey. 
-İlk oyuncağınızı hatırlıyor musunuz?
Oyuncağım hiç olmadı. 
-Oyuncaksız çocuk olur mu?
Hiç olmadı. Öyle deme, neler var?
-Özenmiyor muydunuz?
Özlemim büyüktü ama ne yapacaktım ki? 15 liraya komşunun eski bisikletini annem bana alsın diye anamın ayaklarını çok öptüm. Hurda bir bisikletti. Gidip gelip “Ana ne olur?” diye yalvarıyordum. Bisikletin frenleri bile tutmuyordu. 
-Oğlunuz Taha’nın çok oyuncağı var mı?
Çok oyuncağı var. Ama biz onları alıp, fakir çocuklara veriyoruz. Allah kabul etsin. 
-Bir yandan pamuk tarlalarında ırgatlık yapıyor, bir yandan da o yanık sesinizle şarkılar, türküler söylüyordunuz. İstanbul’a ünlü bir isim olma hayaliyle birkaç defa gidip geldiniz. Her seferinde bir hayal kırıklığıyla evinize geri döndünüz. Neydi sizi pes ettirmeyen, içinizdeki tanımlayamadığınız ilahi güç mü sizi bu yola sevk etti?
Başka yapacak bir şeyim yoktu. Ya köyde traktörcülük yapacaktım ya da hayallerimin peşine gidecektim. Eniştemin tamirhanesi vardı, beni çocuk yaşta yanına aldı. Sonra tamirhanesini kapattı. Bir çiftlikte ustalık yapmaya başladı. Orada bana traktör verdi. Traktör sürüyordum. Çocuktum, daha ayağım pedala gaza yetmiyordu. Ahlaya oflaya sürüyordum. Ama tabii makinenin ne olduğunu bildiğim için itimat ederlerdi bana. Çünkü tamirhaneden gelmiştim… İçimde yanıp tutuşan bir gömüydü müzik. Onu çıkarmam lazımdı, onu çıkarmazsam eğer gözümün açık gideceğini biliyordum. Hayallerimin peşinden koştum. ‘Huzurum Kalmadı’yı yaptığımda aç geziyordum. Demek ki zamanlama olayı olmadı, balkon doluydu, doluyken orada oturamazsın. Ha ha ha… O zamanda Arif Sağ var, Orhan Gencebay vardı piyasada, daha başkaları da var. Ama sonra ne oldu? Bütün tutmayan o şarkılarım bana destek oldu. Bazı şeylere temelsiz derler. Benimkiler bana temel oldu. 
-“Bir gün herkese Ferdi Tayfur kim  göstereceğim” diyor muydunuz?
Hayal edemeyeceğim şeyler yaşadım. Benim illa assolist olayım, Türkiye’nin bir numaralı yıldızı olayım diye bir hayalim yoktu. Beni halk star yaptı. Benim ki palavra bir starlık değildi. Ben solist altı olmayı çok seviyordum. Daha parlamadan evvel diyordum ki “Solist altında çıkarım Emel Sayın’ın Muazzez Abacı’nın altında şarkılarımı söylerim” Bir zaman geldi, devir döndü. 1979’da İzmit Fuarı’na çıktım, böyle bir kalabalık olmaz yani. Diğer gazinonun önünde bile kuyruk vardı. O gazinonun patronu da zannediyor ki kuyruk onlara ait. Meğerse ters kuyruk var. O kuyruk Ferdi Tayfur kuyruğuymuş. Sonra “Önce çıkayayım” diyorum. Bu sefer diyorlar ki “Sen sahneden inince salonda kimse kalmaz” Sonraya kalıyorum, bu seferde o kalabalık başlıyor bağırmaya “Ferdi Ferdi’yi isteriz” diye. 
-İlk başta ses değil bir film yıldızı olmak istemişsiniz öyle mi?
Şarkı söylemekten utanıyordum. Komedyen olmak istiyordum. Bana bakıp insanlar gülüyorlardı. Böyle bir yeteneğim vardı. Bana bakıyorlardı, ben onlara bir şey yapmasam da bana bakıp gülüyorlardı. Bende komedyen elektriği vardı. Bana kimin hayranısınız diye sorsanız ben bir tek Zeki Müren’in hayranıydım.  Onu çok severdim. Sonra tanıştım kendisiyle, ‘Merak Etme Sen’i söyledi. 
-Şöhretle nasıl ve ne zaman tanıştınız?
Benim şöhret olduğum yıl 1974’tü ve o sene savaş vardı Kıbrıs’ta… ‘Bana Gerçekleri Söyle’ plağım yok satıyordu. Savaşta plak satar mı? Benimki peynir ekmek gibi satıyordu işte. 
-İlk filminiz Necla Nazır’la kamera karşısına geçtiğiniz  ‘Çeşme’ idi. 10 Mart 1977’de ilk filminiz Adana’da gösterildiğinde yer yerinden oynadı.  Arkasından ‘Derbeder’ filmi geldi, onun arkasından da ‘Merak Etme Sen’ plağı… Halk artık sizin filmlerinize gidebilmek plaklarınızı satın alabilmek için kapı baca kırıyordu. Nasıl bir sevginin ortasında kalmıştınız anlatır mısınız?
Şebnem bir örnek vereyim istersen. Bizim bir tane dükkanımız vardı Adana’da. Benim bitişiğimde de Bodrum katında bir sinema vardı. Necdet İstanbulluoğlu diye bir ağabeyimiz vardı, sinema onundu. İşleri çok kötüydü sinema sinek avlıyordu. Bir gün baktım sinemanın önünde koca bir kuyruk var. Başı sonu belli değil. Necdet Ağabeye dedim ki “Maşallahın var, bu ne kalabalık böyle?” Bana döndü dedi ki “Niye bu kalabalık bekleşiyor dersin.” “Niye” dedim, “Senin fragmanın oynuyor da o yüzden” Çeşme filmimi yeni çekmiştim. O film böyle sükse yaptı işte. Film oynamaya başladığında bir fotoğrafçı arkadaş sinemaya girenleri çekmiş. İnsanlar pür neşe sinemaya giriyorlar. Bir de çıkışlarını fotoğraflamış, bu seferde insanlar salya sümük ağlıyorlar. İki resimde var bende… ‘Çeşme’yi izleyenler göz yaşları içindeler… 
-Halkın bu büyük ilgisi başlarda sizin başınızı döndürdü mü? Bir zamanlar ırgat olan Ferdi Tayfur milyonların sevgisiyle karşı karşıya kaldıktan sonra nasıl şımarmadı, kendi nefsiyle nasıl başa çıktı?
Annem kocası öldürülünce, bizi pısırık ve efendi yetiştirdi. İnsanların hainliğinden, kötü kalpliliğinden korktu. Adamın biri çıkıyor, ne annemi ne de onun 4 çocuğunu düşünmeden babamı öldürüyor. Olacak şey mi bu? Annem “Aman oğlum, efendi ol, dürüst ol, yetimin fukaranın hakkını yeme” diye diye bizi yetiştirdi. Hiç şımaramadık. Ben parada isteyemezdim ki filmcilerden. Ne verirlerse ona razıydım. 
-Filmlerinizden çok para kazandınız mı?
İyi para kazandım. 
-Sağlığınız şu anda iyi mi?
İyi Allah’a şükür yüzümün düzelmesini bekliyorum. Yüzümün düzelmesi için biraz zaman lazım. Ama eskisine göre biraz daha iyi. Bak şimdi orayı oynatabiliyorum (Yüzünün felçli tarafını artık hareket ettirebildiğini gösteriyor)  
-Yüzünüz için lazer ya da daha başka bir yöntemle tedavi yaptırıyor musunuz?
Yok, yaptırmıyorum. Şoförlerin yüz felci 3 ay falan sürüyor. Benim beynime giden damarlarda pıhtı attı ve sonuçta felç geçirdim. Düzelmem biraz zaman alacak. 
YORUM YAP
YORUMLAR