"ET PARÇASINDAN İBARET DEĞİLİM"
KÜÇÜK ADAM NE OLDU SANA? ADLI TİYATRO OYUNUNA JARTİYERLE ÇIKAN SONGÜL ÖDEN, YAPILAN ELEŞTİRELER KARŞISINDA SUSKUNLUĞUNU BOZDU.
Çok fazla dizi izleyen biri değilim. Ancak ne zaman ‘Umutsuz Ev Kadınları'na denk gelsem, Songül Öden'in canlandırdığı ‘Yasemin' karakterinin yer aldığı sahnelere mutlaka bakarım. Her seferinde kendi kendime "Nasıl doğal oynuyor. Enerjisi gerçek hayatta da bu kadar samimi mi acaba?" diye sorarım. Bu sorunun cevabını geçtiğimiz hafta, Sadri Alışık Tiyatrosu'nun yeni oyunu ‘Küçük Adam Ne Oldu Sana?'nın kulisinde aldım. Oyunun sahnelendiği Profilo Kültür Merkezi'nin girişinde, sıcacık enerjisiyle Songül Öden karşıladı beni. İçimden yakından ekranda göründüğünden çok daha güzel olduğunu geçirerek, kulise doğru yol aldım kendisiyle birlikte... Makyajını yaptırmak için yerine geçerken, "Ben çalıştığım en kalabalık kuliste bile kendime özel bir alan yaratırım. Makyaj malzemelerim her zaman düzenlidir. Tiyatroya oyun saatinden çok önce gelirim çünkü kulisteki seremoniyi severim. Sadece oynamakla yetinmem, kuliste zaman geçirip oyunun ruhuna tamamen dahil olmak isterim. Oyun bittiğindeyse hemen evimin yolunu tutarım. Çok konsantre olduğum için hemen rahatlamak isterim" dedi. Prömiyer heyecanı yaşıyor olmasına rağmen, makyajı yapılırken, tüm sorularıma içtenlikle cevap verdi. Gözlerinden yayılan ışık, dış güzelliğinin içinin güzelliğinin yansıması olduğunu kanıtlar gibiydi. Onu televizyonda gördüğümde sorunun cevabı, "Evet"ti... Her iyi oyuncu gibi onun da en büyük serveti samimiyeti...
"ET PARÇASINDAN İBARET DEĞİLİM"
Oyun, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya'da yaşanan yoksulluğun küçük insanların hem dış hem de iç dünyalarında yarattığı tahribatı çok etkili bir dille gözler önüne seriyor. Evrensel bir dili var. Günümüzün sistemin dayatmasıyla giderek insanlıktan çıkan insanına da ayna tutuyor...
Evet, oyun toplumdaki ekonomik değerlerin çöküşüyle paralel olarak duyguların ve ruhların da çöküşünü anlatıyor. Maalesef dünya artık kazanmak üzerine kurulu. Birilerinin kazanması için başkalarının susması ya da onlara uşaklık etmesi gerekiyor. İş ortamından trafiğe hayatın her alanında korkunç bir hak ihlali ve saygısızlık var. Çok vahşi yaşıyoruz. Artık 24 saat hiçbirimize yetmiyor. Teknoloji de başımıza bela oldu. Benim çocukluğumda sevdiklerimize kart atar, mektup yazardık. Oysa artık her şeye çok çabuk ulaşıyor ve çabuk ulaştığımız her şeyi de çok çabuk tüketiyoruz. Tüketim toplumuna dönüşmüş durumdayız. Oyunda da söylendiği gibi, çevresindekiler açlıktan ölürken sırf kendi rahatı bozulmasın diye susan milyonlar var bu dünyada.
Bana göre tiyatro susmamanın en etkili yolu. Bu oyunu, sizin tüm bu olup bitenlere karşı çığlığınız olarak değerlendirebilir miyiz?
Elbette! Bu oyun, "Kendinize ve çevrenize sahip çıkın" diyor. Ben hiçbir zaman dünyanın savaşla ya da silahla düzeleceğine inanmadım. Dünya sanatla, edebiyatla, müzikle temizlenecek. Daha çok tiyatroya gitmeli, daha çok şiir okumalı, birbirimizi daha çok dinlemeliyiz. Ancak bu şekilde rant edinme üzerine kurulu sisteme meydan okuyabiliriz.
Oyunda hem işçi bir ailenin kızı olan Emma'yı hem de revü kızı kılığındaki anlatıcıyı canlandırıyorsunuz. Emma çok güçlü bir karakter. Çıkar dünyasının geçici değerlerinden değil kendi özünden besleniyor. Kapitalist düzenin kuklası haline gelmemeyi başarıyor. Mücadeleden ve ümit etmekten hiç vazgeçmiyor. Giderek aydınlık bir geleceğe yönelik ümitlerimin yok olduğu bir dönemde bana çok iyi geldi...
Umut etmekten hiç vazgeçmemeliyiz! Umut etmezsek ölürüz! Ben kendi adıma umudumu yitirmiş değilim! Düzenin dayattığı baskı ve korkular tıpkı oyundaki gibi gerçek hayatta da yaşamlarımızın her alanına sirayet etmiş durumda. Ben kendi adıma söylemem gerekenleri sanatla dile getiriyorum. Bazen ben de korkuyorum ama o korkunun vicdanımı ele geçirmesine izin vermiyorum. İnsan hangi görüşten ya da inançtan olursa olsun, en büyük gücü vicdanıdır. Beni vicdanım yönetiyor. Bana göre vicdansız insan soluk alıp veren bir çöp tenekesidir. Herkes vicdanının sesini dinlemeli, insan sistemin vicdanını köreltmesine izin vermemeli, Emma gibi evrensel bir adalet duygusuyla hareket etmeli, minnetsiz yaşamalı!
Vicdandan söz açılmışken, söyleyecek bu kadar sözü olan bir oyunun sadece kabare tiyatrosunun gereği olarak taktığınız jartiyerle anılması da vicdansızlık değil mi sizce?
Ah ahhh!!! Kabare tiyatrosunun danslarla ve şarkılarla süslü çok sert bir söylemi vardı. Oyunda anlatıcıyı canlandırırken giydiğim kostüm, 1930'lardaki kabare kızı kostümünün birebir aynısı. Kız çok hoş bir görüntüyle sahneye çıkıyor, dışı çok iç gıcıklayıcı gözükse de, söyledikleri pek çok insana çok gıcık gelecek. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Sorsak herkes çok mutlu, çok eğleniyor ama içerideki durum çok farklı. Bu yüzden anlatıcı eğlenceli bir kostümle sahneye çıkıyor ve seyirciyi içinde olup bitenlerle yüzleştiriyor. Jartiyerle ilgili yorumlar birbirimizi ya da yanı başımızda olup bitenleri sadece şekilden ibaret algıladığımızın kanıtıdır. Bana, "Oyunda jartiyer giyiyorsunuz" denilmesi, en az oyunun içindeki söylemler kadar sert! Ama maalesef dünyanın gerçeği bu! Ben bir et parçasından ibaret değilim! Önemli olan jartiyerim değil, sahnede söylediklerim...
‘Benim masalım sadece beni ilgilendirir'
Oyun işçi bir ailenin kızı Emma'yla küçük burjuva Pinneberg'in aşkı üzerinden ilerliyor. Emma Pinneberg'e "Prens" diye sesleniyor. Aşkına her koşulda sahip çıkıyor, sevdiği adamı her düşüşünde kaldırıyor. Böyle aşklar sadece oyunlarda, masallarda kaldı bence. Sizce?
Günümüzde herkes aşk yaşayacak adam ya da kadın olmamasından dert yanıyor. Herkes en ufak bir sorunda kaçıp gitmenin yollarını aramaya kalkıyor. Oysa aşkın içinde birlikte yürüme arzusu vardır, karşılıklı inanç vardır, yanındakini kollamak, onu hatalarıyla kabul etmek vardır. Aşk gerçekse en ufak fikir ayrılığında çekip gidemez insan.
Bir süredir Kerem Alışık'la berabersiniz. Siz aşk yolunda birlikte yürüyeceği prensini bulmuş şanslılardan mısınız?
Bu konuda konuşma istemiyorum çünkü bu benim mahremim. Benim masalım sadece beni ilgilendirir.
Oyunda anlatıcıyı canlandırırken kabare kızı kostümüyle bol bol dans eden Öden, "Danslara çok çalıştık. Öyle ki ayak tabanım su topladı" diyor.
UMUDUN ADI TİYATRO!
“BEN şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam; kaç kere yalnız, kaç kere yalnız ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla?” Sadri Alışık Tiyatrosu’nun yeni oyunu ‘Küçük Adam Ne Oldu Sana?’nın kulisine doğru yol alırken, uzun zamandır olduğu gibi yine Edip Cansever’in bu dizeleri eşlik ediyordu içimdeki her geçen gün biraz daha insanlıktan çıkan insanlara küskün çocuğa… Hans Fallada’nın yazdığı, Yılmaz Onay’ın uyarladığı ve oyunda rol alan herkesin yere göğe sığdıramadığı Barış Erdenk’in yönettiği ‘Küçük Adam Ne Oldu Sana?’nın kulisi bana içeriye adımımı atar atmaz ilaç gibi geldi. Oyun, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da yaşanan ekonomik çöküşün toplum üzerinde yarattığı maddi-manevi tahribatı anlatıyor. Adı, aslında sadece o dönemin değil tüm dönemin sistemin kuklası haline gelmiş küçük adamlarına yönelik evrensel bir soru niteliği taşıyor. Oyunda da tıpkı benim gibi küskün insanlar var. Kulisten yükselen sesse, “Ne olursa olsun daha güzel bir dünyaya olan umudunu yitirme! Asla küsme!” Tam zamanında içimdeki çocuğa hala aynı dili konuştuğu insanlar olduğunu hatırlattılar. Teşekkür ediyorum beni kulisin coşkusuna dahil eden herkese…
KALMAK VE DİRENMEK!
Başrollerini Songül Öden ve Deniz Celiloğlu’nun paylaştığı oyun, açılış şarkısında da belirtildiği üzere bibere şeker katarak insanlığın sırtında kambur olan tüm gerçekleri ortaya seriyor. Kabare tarzındaki oyunda hem Emma adlı işçi kızını hem de anlatıcıyı canlandıran Songül Öden, henüz oyunun başında “Bu zamanda herkesin ‘Evet’ dediğine ‘Hayır’ demek kaçıklık değil de nedir?” diye soruyor ve danslar ile şarkıların eşliğinde kaçık olanla kaçak yaşayanın arasındaki fark ortaya çıkıyor. Özellikle Songül Öden’in performansıyla ışıldadığı oyun, her sahnesinde insanda farklı bir yüzleşme yaratıyor. Emma üzerinde çiçekli elbisesiyle sevdiği küçük adama her türlü yokluğa karşı varolan bir aşkla ‘Prens’ diye seslenirken, insan aşkın kaybolan yalın halini düşünüyor. Küçük adam Pinneberg’in işsiz kalma korkusuyla yaptıkları ve yapamadıkları insana kim olduğunu ya da kim olmak istemediğini gösteriyor. “Kalmak belki de doğru olan. Kalmak ve direnmek!” repliği benim gibi küskün yürekleri kendine getirecek cinsten! Hele final ve finalde Songül Öden’in söyledikleri muazzam. Günlerdir bu oyundan sadece Songül Öden’in taktığı jartiyer vasıtasıyla bahsedenler, izlediklerinde o jartiyere bakabilme, onun anlattıklarıyla yüzleşebilme cesaretini bulabilecekler mi çok merak ediyorum. 7-8-15 Aralık’ta Profilo Kültür Merkezi’nde, 12 Aralık’ta Akatlar Kültür Merkezi’nde, 26 Aralık’taysa Kozzy’de sahnelenecek oyunun biletleri biletix’te! Kaçırmamanızı öneriyorum. Oyunun bir sahnesinde, “Umudun adı Berlin” diye bir replik var. ‘Küçük Adam Ne Oldu Sana?”, bana “Umudun adı tiyatro” dedirten oyunlardan biri. Oyun çıkışında Edip Cansever yine benimleydi. İçimdeki tiyatro aşığı çocuk bu kez onun ‘Ne gelir elimizden insan olmaktan başka’ dizeleri eşliğinde umutla gülümsedi…
‘Yaşamak için çalışmıyoruz çalışmak için yaşıyoruz’
Oyunda hem Emma ve Pinneberg’in annesi hem de işveren kadın rolleriyle seyirci karşısına çıkan Gülsen Tuncer, oyunun dünyanın dört bir yanındaki küçük insanların dramını gözler önüne serdiğini söylüyor ve ekliyor: “Oyun, tüketim politikasının ruhlarımızı nasıl esir aldığını gözler önüne seriyor. Hepimiz yaşamak için çalışacağımıza çalışmak için yaşıyoruz. Yani yaşamı ıskalıyoruz. Üstelik bunu yaparken işsiz kalma korkusu taşıyoruz. Hepimiz üzerimize “Sen küçük bir adamsın öyle kal” diyen sistemin kurbanlarıyız. Oyun bu acı durumu şarkı ve danslarla şeker tadında anlatıyor.”
‘Dans sahnelerinde en çok ben zorlandım’
Metin Büktel, oyunda Emma’nın içi lideri babası, patron ve ayyaş karakterleriyle seyirci karşısına çıkıyor. Oyundaki dans sahnelerinde en çok zorlanan kişinin kendisi olduğunu söyleyen Büktel, “Ben solağım, bu durum dansta her zaman sorun yaratır. Arkadaşlarımın 3 günde hallettiği sahneler benim 5 günümü aldı ama sonunda başardım” diyor.
‘Küçük adamlar kraldan çok kralcı olmayı bırakmalı’
Oyunun ‘Küçük Adam’ Pinneberg’i Deniz Celiloğlu, “Pinneberg küçük yaşayan ve tek amacı günü kurtarmak olan bir adam. Onun gibi büyümek için gerekli farkındalığı yaratmadan büyümeye çalışan küçük adamlar sonunda acı çekiyor ve çektiriyor. Küçük adamlar kraldan çok kralcı olmayı bırakmalı, sistemin dişleri sürekli değişen çarklarına meydan okuyabilmek için hayata farkındalıkla bakmalı” diyor.
Kuliste can havli başrolde
Oyunda rol alan SAKM’nin genç oyuncuları, “Çok kalabalık ve eğlenceli bir kulisimiz var. Çok iyi anlaşıyoruz” derken, Metin Büktel ekliyor: “Bu kuliste can havli başrolde. Herkesin birçok sahnesi var. Hal böyle olunca, ‘Çekilin önümden sıra bende’ cümlesi dillerden hiç düşmüyor” diye konuşuyor.