CEYDA DÜVENCİ: YAŞADIKLARIM BANA TEVEKKÜLÜ ÖĞRETTİ

Cahit Sıtkı Tarancı’nın dediği gibi, “Yaş 35, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün...” Bu cümleyi kısa süre önce çok yakın bir dostu hatırlatmış Ceyda Düvenci’ye... O da ikinci 35’lik bölümün kontrolünün tamamen kendisinde olmasını istiyor, öyle davranıyor. Yapmak istemediğini yapmıyor, istediğine kimse mani olamıyor. Hayatın tadını çıkarmaya bakıyor. Bu keyifli yolculuğunda ona eşi Engin Akgün ve kızları Melisa eşlik ediyor. Düvenci, yeni yaşamının bilinmeyenlerini Hello! dergisine anlattı.

“Umutsuz Ev Kadınları”nda en çok hangi hikaye hoşunuza gidiyor ve bu dizi sizi nereye sürükledi?

- Elif ile Ömer’in ilişkisini seviyorum. Birbirlerine olan aşkları ve sorun halletmedeki sevimlilikleri çok hoşuma gidiyor. Pek çok ilişkide ciddi sorun olabilecek olayları keyifle çözebiliyorlar. Orta halli bir aile olmalarına rağmen bu kadar çok çocukla bu kadar keyifli yaşamaları da ayrı güzel. Birbirinden farklı dört kadının sıkıntı ve mutluluk paylaşımları da insanlar için örnek teşkil edebilir bence...

 

Dizideki rolünüz size ne kadar yakın? Karakterle örtüşen noktalarınız var mı?

- Elif pek de bana yakın bir karakter değil. Ama analitik düşünen bir kadın olması ve anaç tavrı biraz benziyor. Onun ailesinin üzerinde kartal gibi duruşu ve gerektiğinde bağırıp çağıran ve saldıran hali de çok hoşuma gidiyor.

 

“Umutsuz Ev Kadınları”nda dört çocuğa birden yetişmeye çalışıyorsunuz. Gerçek hayatta da dört çocuğunuz olsa aynı enerjiyi koruyabilir misiniz?

 

- Ben aslında kalabalık aile severim ve öyle hayal etmişimdir hep. Ama olmadı, ne yapalım... Kısmet! Tabii Elif’e ve dört çocukla yaşadığı hayata baktığımda, bir de dönüp Türkiye’nin şartlarına, düzenine göz attığımda, fazla çocuğa gerek yok diyorum... Yani dört çocuğum olsaydı onun kadar enerjik olamazdım.

 

YAŞADIKLARIM BANA TEVEKKÜLÜ ÖĞRETTİ

 

Yıllar yaşama bakışınızı ne ölçüde değiştirdi?

 

- 35 yaş benim için gerçek bir değişim ve dönüşüm noktası. Kendi adıma çok şeyi temize geçtim, fark ettim, muhasebelerimi yaptım, mesleki açıdan değerlendirmeye çalıştım ve gelecek zamanlarda nasıl olmak istediğimi belirledim kendimce. Bu süreçte daha içime, kendime döndüm, iç sesimi dinledim, duyduklarımı yazdım, defalarca okudum... Sonuçta “Daha çok okumalı, daha çok seyretmeli, daha çok üretmeliyim; daha faydalı şeyler yapmalıyım ve en önemlisi gerçekten ne yapmak istiyorsam onu yapmalıyım” dedim kendi kendime...

 

Bu hesaplaşma ve yüzleşme neden oldu?

- Son iki sene çok ağır geçti. Hamileliğimde 80 gün hastanede yattım, ardından doğum sonrası Melisa 1.5 ay yoğun bakımda kaldı. Evladımla sınandığım ve bu sebeple isyan ettiğim o dönem, anneannemi ve dayımı arka arkaya kaybettim. Ki gerçekten hayatımın önemli noktalarında duran sığınaklarımdı. Bu süreç beni alt üst etti. Hayat boyu güçlü durmaya çalıştım, her tatsızlıkta dimdik durdum ama bu yaşananlar beni güçsüz bıraktı, kendime döndürdü. O dönemde dualara, Yunus Emre’ye ve tabii ki Mesnevi’ye sığındım. Engin hep yanımdaydı elbette ama o da yorgun ve üzgündü. İkimiz de perişandık... Ama zorlukları güzel aştığımızı düşünüyorum... Önce tevekkülü öğrendik. Sonra bu süreci Melisa için aşma gücünü bulduk. Sonra da ben kendi içimde hayatımın muhasebesine girdim...

BAŞKALARI İÇİN YAŞAMAK İSTEMİYORUM

Sonraki değişimler?

 

- Çok sevdiğim biri bana “35, önemli bir yaş. Bu yaşa kadar ne yaptığına bir bak! Diğer 35’i ikinci perde gibi düşün. Ne istediğini iyi kurgula, muhasebeni doğru yap. Çünkü ilk 35’i sen kurgulamadın, böyle bir hâkimiyetin olamazdı, yolculuğun başkaydı. Ama ikinci 35’i sen kurgulayabilirsin. Ne istediğini tam adlandırıp buna göre yaşayabilirsin” dedi. Bu, bana çok çarpıcı geldi. Çünkü haklıydı. İkinci 35 nasıl yaşanacak? Bu, artık benim kontrolümde olmalıydı; tabii ki hayatın getireceklerini de kabul ederek. Sonuçta istediğini ve hayal ettiğini yaşıyorsun; hayat senin bir aynan. Sen çok karamsarsan dibe vuruyorsun. Her şeyin iyi olacağına inanıyorsan, her şeyi kabulleniyorsan, hayatın getirisi ona göre oluyor. İşte bu sebeple 35 yaş benim için önemli bir dönüm oldu...

 

Şimdi?

- Her gün daha iyi bir insan olmaya çalışıyorum. Daha çok okuyorum. Kendimi eğitme sürecime geri döndüm. Mesleğimde daha da iyi olma, etrafıma faydalı olma isteğim çoğaldı. Hayata karşı isyan etmiyorum, ne getirirse kabulüm oldu. Hayatın her anını dolu dolu yaşamaya çalışıyorum. Kendi iç sesimi dinliyorum artık. Gerçekten kiminle görüşmek istiyorsam onunla görüşüyorum, nerede olmak istiyorsam orada oluyorum. Hayat çok kısa, ne kendini ne de başkasını üz.

 

Vazgeçemediğiniz duygular yok mu?

- İnsanlar için yaşama duygusundan kurtulmak istiyorum. Bu, bizim anneannelerimizin çocukluktan beri öğrettiği, “Komşu ne der” psikolojisi. Sorumluluğundan kaçarsan “Elâlem ne der” duygusu. Hele ki ünlü olunca bu ekstra bir şekilde üzerinize biniyor.

 

MELİSA İLE BİRBİRİMİZE AŞIĞIZ

Melisa ile ilişkiniz nasıl?

 

- Benimkisi farklı bir annelik oldu. Çünkü ciddi bir sağlık sorunu ile baş etmemiz gerekti. Dolayısıyla anne-çocuk ilişkisi de, annelik de farklı gelişti. Annelik, dünyanın en güzel şeyi. Ben dünyanın en güçlü, en savaşan, en pozitif çocuklarından birine sahibim. Tüm olumsuzluklara rağmen yüzü her zaman gülen ve gerçekten tüm sürecini çok başarıyla götüren bir çocuk Melisa... Bu süreçte Melisa’dan da çok şey öğrendim. Şimdi de onun bana verebileceği zamanlarda yanında oluyorum. Biraz daha büyüdüğünde anne-kız ilişkisini gerçek anlamda yaşayacağız. Yine de şimdiden birbirimize çok düşkünüz ve âşığız, üçüncü boyutta bir anne-kız ilişkisi yaşıyoruz. Tamamen telapati ile yürekten diyalog kuruyoruz.

 

Baba ile ilişkileri nasıl peki?

- Muhteşem! Kızına gerçekten çok düşkün ve çok pozitif bir babamız var. O anlamda Engin’e büyük minnet borçluyum. Çünkü yaşadığımız süreçler, özellikle bir erkeğin atlatabileceği, anlayıp üstesinden gelebileceği süreçler değil. Engin ilk günden itibaren çok kuvvetliydi, çok destekti ve kızına inanılmaz düşkün. Akşamları Melisa’yı göremediği zaman sinirleniyor. Sabah 07.00’de kalkıp onunla zaman geçirmek istiyor.

 

Umutsuz hissettiğiniz dönemleri nasıl aştınız peki?

- Bunlar hayatın ivmeleri. Bir dönem mutlu ve her şey yolunda gidiyor, ondan sonra her şey tepetaklak oluyor. İkisini de yaşamazsan kıymeti anlaşılmıyor. Yaşanan en umutlu, en umutsuz, en güçlü, en güçsüz anların örgüsüymüş hayat...

 

TÜRKİYE’DE KADINLARIN DURUMU ÇOK UMUTSUZ

Türkiye’de kadınların durumu ‘umutsuz’ mu?

 

- Çok umutsuz. Okuduğumuz haberlerden bile yola çıksanız, bu apaçık ortada. Kadın; şiddet gören, okula gönderilmeyen, çocuk yaşta evlendirilen, her türlü şiddete maruz kalan... Türkiye’de kadınlar çocukluktan başlıyorlar çile çekmeye ve her türlü şiddeti yaşamaya... Bu dünyada en zor meslek ev kadınlığı ama hiçbir karşılığı ya da garantisi yok.

 

BİZİM EVDE EGO SAVAŞLARI HİÇ YAŞANMADI

Eşinizin size, işinize ve hayatınıza saygı duyması, evliliğin bu kadar güzel gitmesinde büyük rol oynuyor olmalı.

 

- Engin elinden gelen her şeyi yapıyor, ona teşekkür borçluyum. Beni çok özgür bırakan bir adam... Yaratım gerektiren bir mesleği yapmak insanın farklı kafalarda olmasına sebep olabiliyor. Hayatı daha farklı sorguluyorsun, durumlara farklı bakıyorsun. Bunu kaldırmak, tolere etmek ve kabul etmek her babayiğidin harcı değil. Ciddi egolar uçuşabilirdi. Ama Engin bana her zaman destek oldu. Çok şanslıyım...    

YORUM YAP
YORUMLAR