ALİ BANA DİŞ GEÇİRMEYE ÇALIŞIYOR

“MUHTEŞEM YÜZYIL”DA SULTAN KOSTÜMÜYLE GÖRMEYE ALIŞTIĞIMIZ HALİT ERGENÇ, BU KEZ EN COOL HALİYLE OBJEKTİF KARŞISINA GEÇTİ…

“Muhteşem Yüzyıl”da sultan kostümüyle görmeye alıştığımız Halit Ergenç, bu kez en cool haliyle GQ Türkiye için objektif karşısına geçti. Telefonunda “Ana Sultan” olarak kayıtlı annesini, ünlü bestekar babası Sait Ergenç’i, müzikal oyunculuğu hayaliyle gidip müzikal fuayesinde barmenlik yaptığı Amerika macerasını ve hayatında dönüm noktası olan daha pek çok şeyi ilk kez anlattı.

Bergüzar Korel ve oğulları Ali ile yaşadıkları sitenin otoparkına park edip hemen dibindeki kafeye varana kadar birlikte fotoğraf çektirmek isteyen birkaç kişi kesiyor yolunu. Halit Ergenç, son derece zarif ve bir o kadar da seri... 

“Binbir Gece”ydi, “Muhteşem Yüzyıl”dı, reytingleri hallaç pamuğu gibi atan uzun soluklu dizilerin getirdiği popülarite pratiği olsa gerek. Ergenç’in içine doğduğu, Kabataş Setüstü’nde, annesiyle babasının kah Boğaz’a, kah birbirlerine aşkla baktıkları bir ev...

Telefonunda Ana Sultan olarak kayıtlı annesi, zehir gibi zeki ve kolay sıkılan biri olduğu için, gençliğinde tıp da dahil birkaç üniversiteye girip bırakmış bir kadın. Yılların ünlü bestekarlarından olan babası Sait Ergenç’le ortak dostları sayesinde tanışırlar. 

Halit Ergenç’in zihinsel engelli kız kardeşi Azade’nin doğumu, onun devamlı bakım gerektiren durumu ileriki yıllarda annesinin evden çıkmasına pek olanak tanımaz... İlkokuldan sonra Beşiktaş Atatürk Lisesi’ne girişi “kurada torbadan çıkmak” suretiyle olur. Lisenin son iki senesinde solistlik yaptığı okul orkestrasıyla, Milliyet’in efsanevi liseler arası yarışmasına katılırlar: “Bizim orkestra enteresandı. Sibel Tüzün alt sınıfımdaydı.

Selen Gülün vardı ki şimdi ünlü caz piyanisti. Efe Kışlalı vardı, şimdi operada tenor. Serdar Ortaç’ın menajeri Hakan Özgül, grubun bateristiydi. Öyle müziğe laf ola beri gele heves etmiş çocuklardan ibaret değildi yani...” Sait Ergenç oğlunun sanatla ilgilenmesi gerektiğine kanidir. Halit Ergenç ise kalkar, İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri bölümüne girer: 

“Sonuçlar geldiğinde sesini çıkarmadı ama tercihleri yaparken, ‘Oğlum denizi seviyorsun da denizin üstünde gezen hangi adam kendi teknesini yapmış ki?’ demişti.

Annemle babam ilkokula girdiğim sene ayrıldılar ama o zamana kadar çok fırtınalı bir durum vardı evin içinde. Bir karı-koca ilişkisi yoktu aralarında, kavga vardı sadece. Kaçış hissiyatı, benim kanıma işlemişti ta o zaman”

OPERACI OLMAK İSTEMEDİĞİMİ FARK ETTİM

İTÜ’de edineceği mesleğin “gerçekliğini” görünce, ikinci sene itibarıyla derslerden ayağını keser. Herkesten gizli okulu bırakıp Mimar Sinan, Bilkent ve İstanbul üniversitelerinin opera bölümü sınavlarına girmeyi koyar kafasına. Katıldığı sınavlardan başarıyla çıkar.

Gel gör ki bu kez de operacı olmak istemediğini fark edecektir. Müzikal bölümüne geçip dans dersleri almaya başlar. Bu kez hamur tutar. Öyle ki, kendinden deneyimsizlere ders verip okuldan para kazanmaya başlamıştır. 

Dans derslerinin yanında Leman Sam’ın arkasında vokal yapmaya da başlamıştır: “Baktığın zaman, sanki hayatımın her dönemi başka birinin hayatı gibi. Paspas da sattım, karaborsa bilet de...

Pencerelere güvenlik ve güneş filmi de yaptım, İstanbul Festivali’nde nota çevirmenliği de... Üniversitedeyken Dormen Tiyatrosu başladı, ‘Şarkılar Susarsa’ müzikaliyle. Ondan sonra ‘Sevgilime Göz Kulak Ol’da rol teklif etti Haldun Abi. 

Ondan çok şey öğrendim. Aslında bugün yaptığım işi en çok ona borçluyum. ‘Kral ve Ben’ müzikalinde başrol oynadım Haldun Abi sayesinde.

Deli gibi müzikal okuyor, araştırıyordum. Benim bu kadar çabaladığımı görünce, faydası olur diye Amerika’ya ilk kez yine Haldun Abi götürdü. Son senemden önce, 12 günlüğüne müzikal izlemeye gittik. ‘Kral ve Ben’, ‘Rent’, ‘Sunset Bulvarı’... 

Bütün baba müzikalleri izledik. Dönüşte birer- ikişer bölümlük dizi rolleri oldu. ‘Dedem, Gofret ve Ben’de bir miktar para biriktirebildim. Öyle olunca hemen Amerika’ya gittim.”

“ASLAN KRAL” MÜZİKALİNDE ARADA İÇKİ DAĞITIYORDUM

 

Orada bir kitap okudum Acting as a Business diye, İş Olarak Oyunculuk... En baş sayfasında ‘Evinizde otururken kimse sizi keşfedemez’ yazıyordu. Ha, dedim, bütün dünyada sorun aynı. 

Les Miserables’ın denemelerine ‘Javert’ çalışıp gitmiştim. İki gün kapıda yattım, sonunda ‘Anlamıyor musun, istemiyoruz!’ deyip kapıdan kovdular. Orada mesleğin ne kadar zor olduğunu gördüm. 30 yaşımdaydım zaten gittiğimde. İnsanlarla diyaloğum belli bir noktayı geçemiyordu. Orada yaşlanamayacağımı düşünüyordum ama bir kere gitmişim ya, kalmakta da ısrar ediyordum. Meslek değiştirmeye karar vermiştim.

Tam o sırada Türkiye’den teklif geldi. Bir gezici çocuk tiyatrosunda oynayıp bir yandan da müzikal tiyatroların fuayelerinde barmenlik yapıyorum ki bayağı trajik bir şey benim için. Aslan Kral müzikalinin arasında içki dağıtıyordum, içler acısıydı halim.”

Türkiye’den gelen teklif, “Batı Yakasının Hikayesi”ni Türkçeleştirmeyi hedefleyen, “Doğu Yakasının Hikayesi” isimli, üç aylık bir projedir. Bir süre para biriktirip Amerika’ya döneceğini düşünen Ergenç, tüm eşyalarını oradaki yeğeni Aziz’e bırakıp küçük bir valizle Türkiye’ye gelir: “Uçaktan indim. Köprüden geçerken denize baktım, sanki bir anahtar geldi, göğüs kafesimi açtı, içeriden yukarıya bir sürü güvercin uçtu.

İnanılmaz bir his yaşadım orada. Sonra proje iptal oldu. Pazartesi günkü toplantıda işin olmayacağını söylediler; dönüş biletini de aldık, merak etme, diye. Bir hafta o bilet sizde dursun, ben takılayım, özlemişim zaten, demiştim. Biletim hâlâ onlarda duruyor. Ve ilginçtir, ben Amerika’ya o kadar yıl geçti, ilk defa geçen yaz gittim.

Hiç gitmeyi istemedim de. 10 küsur sene oldu. Fakat o köprüden geçtiğim an, hayatımın en özel anlarından biridir. Bugün hâlâ her geçişte, istisnasız, camları açıyorum, Boğaz’a bakıyorum ve hayatıma şükrediyorum.” Geldikten sonra kısa süre çalışmaz; sonrası da malum, çorap söküğü gibi gelir.

KONSERVATUVAR SINAVINA GİRMESEM ÖLECEKTİM!

 

Herkesten gizli konservatuvar sınavlarına girişim şu netlikteydi: Yapmazsam ölecektim, öyle söyleyeyim. Bahsettiğim şey gerçek ölüm değil tabii ama bunu yapmazsam, hayatımın hiç istemediğim bir yöne gideceğini çok içimden hissetmiştim.”

Sinema ve reklam filmleriyle birlikte oyunculuğu son durak olarak görmesine vesile olan diziler: Durul kardeşlerle ilk çalışması olan “Baba”, ardından da “Zerda”, “Aliye”, “Binbir Gece”, “Muhteşem Yüzyıl”... Bu hikayeyi, “dönüşü muhteşem oldu” esprisi yapmadan kapatmayı becerebilir miyiz dersiniz?

ALi’Yi KUCAĞIMA ALINCA GARiP BiR RAHATLAMA HiSSETTiM

 

Babalık kendinden kurtulma hali. Benim için öyle oldu. Ali’yi ilk kucağıma aldığımda garip bir rahatlama hissettim, sanki sırtımdan bir yük kalkmış gibi... Kendimle ilgili kaygılarımdan, geleceğe dair benmerkezli düşüncelerden kurtuldum. O güne dek kendimle ilgili haddinden fazla endişelendiğimi hissettim diyeyim.

Artık daha önemli, daha hassas, benden daha önde bir şey vardı. Hayata dair kaygılarımdan özgürleştirdi beni. En çok sevdiğim şey, onu omzumda gezdirmek. Babam da beni hep omzunda gezdirirdi. Kapalı yerlerde öyle dolaşamıyoruz diye, bir yere gideceğimiz zaman, oranın kapalı olup olmadığını soruyor hemen. Bana kapris yapıyor bazen, diş geçirmeye çalışıyor, büyümeye çalışıyor işte...

KONSERVATUVAR SINAVINA GiRMESEM ÖLECEKTiM!

 

Herkesten gizli konservatuvar sınavlarına girişim şu netlikteydi: Yapmazsam ölecektim, öyle söyleyeyim. Bahsettiğim şey gerçek ölüm değil tabii ama bunu yapmazsam, hayatımın hiç istemediğim bir yöne gideceğini çok içimden hissetmiştim.”

Hayatımın her dönemi başka birinin hayatı gibi. Paspas da sattım, karaborsa bilet de...Pencerelere güvenlik filmi de yaptım, İstanbul Festivali’nde nota çevirmenliği de...

YORUM YAP
YORUMLAR